Allah belanı versin geniş açı
.
Arkadaşım ve meslektaşım Yeşim Çobankent, Çarşamba günü Barış Münevveroğlu ile nikahlandı. Ve bu mutlu olayın resmi şahidi de ben oldum. (Bu vesileyle dostlara duyuralım)
Yeşim, evleneceklerini ve benim de şahit olduğumu iki ay öncesinden haber verdi bana. “Aghhh” dedim... Nikah sırasında bir sürü fotoğraf çekilecek ve o fotoğraflar yaldızlı çerçeveler içinde en az 20 yıl birkaç evin vitrininde yer alacak. Ve dedim, ben o yaldızlı çerçeve içindeki “şişman” olmak istemiyorum.
İki ay öncesinden başladım rejime. Önce “sağlıklı” olanlardan başladım. Düşük karbonhidrat, yüksek protein. Ve pilates. İbre yerinden bile oynamadı. Nikaha 10 gün kala hız vereyim dedim. Asla ve kat’a yapmamanız gereken bir şey yaptım. “Master Cleansing” dedikleri bir limonata diyeti. 10 gün boyunca limonsuyu, akçaağaç şurubu ve kırmızı toz biberden oluşan bir limonata içerek 7-8 kilo verecektim..
Saçmalığın daniskası. Sakın yapmayın! Sakın kanmayın! Üçüncü gün bayılacak gibi oldum. Baş ağrısı ve dönmesi, mide bulantısı, kalp çarpıntısı, zeka geriliği... Daha sayayım mı?
2 kilo gitti ama kesinlikle buna değmez.
Neyse sonuç itibariyle ben iyi kötü 3-4 kilo vermeyi başardım. Göbeğimi ve kalçalarımı sakladığını sandığım çok güzel de bir elbise de aldım. Nar çiçeği renginde!
Çarşamba günü geldi çattı. Gururla giyindim, saçımı ve makyajımı yaptım. Beşiktaş nikah salonuna gittim. Sahnedeki yerimi aldım. Sevgili arkadaşlarım Yeşim ve Barış geldi. Mutlulukla mutluluklarına şahitlik yaptım. Afili imzamı attım. Nikah salonunun güzel gözlü fotoğrafçı hanımına bol bol da poz verdik/verdim... (İçimde bir Seren Serengil/Kim Kardashian vardır benim, siz bilmezsiniz..)
Buraya kadar her şey harika... Sonra tanesi 10 liracık olan fotoğrafları almaya gittim.
AMAN TANRIM! Bütün fotolarda nar çiçeği renginde hamile mi desem, obez mi desem yusyuvarlak bir kadın var! Seren Serengil’i değil ama Kim Kardashian’ın hamile halini tutturmuşum hakikaten! Ama beşize hamile versiyonunu!
“Bu ne ya?” dedim fotoları tab eden hanıma “elbiseniz öyle” dedi. Mağazadaki aynada halbuki incecik görünüyordum.
Tamam mağazalardaki aynalar “sahtekar” aynalar. Onu biliyoruz. Hele ki isminde “adalet” olan bir Türk markası var, aman Allahım, ister 110 kilo ol yine de 34 bedensin! O nedenle aynalara kanmamak için yanımda arkadaşımı da almıştım. Zaten almam için hararetle destekleyen de o olmuştu nar çiçeği elbisemi... O da mağazanın tuttuğu bir “sahtekar onaylayıcı” değil ya!
Bir acayiplik var ama ne?
Sonra anladım ki ben bir geniş açı kurbanıydım. Tamam 34 beden olsaydım böyle bir derdim olmayacaktı (onların hiçbir derdi yoktur) ama değilim. Fotoğrafın kenarında durunca objektif beni bir güzel sündürmüş enine enine... Olmuşum 44 beden...
Sorarım a dostlar: Bu hak mıdır, adalet midir? Ölüm tehlikesi geçirene kadar diyet yap, zor bela 4 kilo ver, seni zayıf gösterecek mucizevi kıyafetin peşinde 48 saat dolan, bulduğunu san, dünya para ver, huzurla çık insanların (ve olası kısmetlerin) karşısına...
Ve şimdi yaldızlı bir çerçeve içinde 44 beden vaziyette üstelik en az 20 yıl dur bir vitrinde!
Peee...
(Yazının başlığını Onur Gökşen’in “Allah Belanı Versin Brokoli” kitabından esinlendim. Çok komik bir kitap. Sıradışı bir şişmanın trajikomik zayıflama hikayesi. Zayıflama konusuna motivasyon kaybettiyseniz iyi gelebilir. Ama açken okumayın! Yeme ayinlerini o kadar komik anlatmış ki insan her şeyi boş verip, gece yarısı işkembeciye kalkıp gidebilir.)