2013’te yaptığım en güzel şeyler
.
Geriye dönüp baktığımda 2013, hem kendi kişisel tarihim açısından hem de ülke tarihi açısından çok ama çok acayip geçen bir yıldı.
Rahatlıkla şunu diyebilirim: Hiç kimse bu yılı unutmayacak! 2013, tarih kitaplarında (hangi kafayla bakılırsa bakılsın) bambaşka anılacak!
Benim için üç önemli şey oldu: BARIŞ, GEZİ ve PİTİ.
Bir Nevruz günü, yarı gizli yarı açık yürütülen barış görüşmelerinin son noktası konuldu... Diyarbakır’da Nevruz Meydanı’nda, Abdullah Öcalan’ın mektubu okundu. Çoğunuz burun kıvırdınız ama ben çok ciddiye aldım. Ülkem, 30 yıllık Türk-Kürt kavgasını bitirebilmişti nihayet.
Ve şöyle yazmıştım: “Ülkeme barış geldi. Bu konuda benim en ufak bir şüphem yok. İster saflık deyin, ister hissi kablel vuku deyin, ister gidişata bakıp sonuç çıkarma deyin, ister başka bir şey...Benim inancım bu yönde...” (26.04.2013 Vatan)
Barış’a inanmak yaptığım birinci en güzel şeydi.
Ben o gün ilan edilen barışı o kadar ciddiye aldım, bu yüzden o kadar mutlu oldum ki bir çocuk edinmeye karar verdim. Veya şöyle diyeyim: Yıllardır kafamdaki projeyi gerçekleştirmeye karar verdim. Ve şöyle yazdım:
“Yatağımdan kalkmış, çayımı demlemiştim. Camı açıp derin derin nefes alırken... Kendi kendime ‘barış geldi’ diye mırıldandım. Oğlum olsaydı, içim kim bilir ne kadar rahat ederdi diye düşündüm... Buz gibi havayı içime çekerken birden yüzün geldi gözümün önünde... Dedim ki ‘Sen burada büyü! Birbirimizin hayat arkadaşı’ olalım.”
Bu mektubu on yıl sonra okuyacaksın. Bana “neden o gün?” diye soracaksın. “Çünkü” diyeceğim “o sabah başka bir Türkiye’ye uyanmıştım. Uzun ama güzel bir yolun başlangıcında bir Türkiye’ye. Kaçmak yerine kalmak istediğim, kalıp daha iyi olması için uğraşacağım bir Türkiye’ye. Güvenle gezebileceğim bir Türkiye’ye... Yamuk yumuk da olsa, en azından kavga etmeyen insanların Türkiye’sine...” (24.03.2013)
Bu kararı vermek yaptığım ikinci en güzel şeydi...
Ama sonra tuhaf şeyler oldu. İki ay geçmemişti ki Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini protesto eden bir avuç insana (aralarında ben de vardım) “Godzilla” muamelesi yapıldı. Çadırları yakıldı. Uyuyan insanlar öldürülmek istendi. Sanki insan değilmişiz de düşman uzaylı yaratıklarmışız gibi tonlarca gaz ve su sıkıldı. Ve dananın kuyruğu koptu...
Ama bu arada çok muhteşem bir şey oldu. Gezi Parkı, tarihinde hiç görmediği bir şenliğe tanık oldu. Dünyanın en şahane “insanat bahçesine” dönüştü. Binlerce insan çadırını kurup orada yatıp kalkmaya başladı. Olağanüstü güzel bir “komün” kuruldu. Stantlar kuruldu. İnsanlar evlerinden kek, börek getirdi. Anneler dahil oldu. Dayanışma hiç bu kadar gerçek ve güzel olmamıştı!
İşte ben o sıralarda orada olabildiğim için çok mutluyum. O çadırlarda yatıp kalkabildiğim, o çayları, o kekleri yiyebildiğim, o sohbetleri yapabildiğim, elden ele su taşıyabildiğim, mıntıka temizliğine kadar dahil olabil-diğim için gururluyum.
Gezi Parkı’nda olmak yaptığım üçüncü en güzel şeydi.
BARIŞ’la yeşeren umudum GEZİ zulmü ve yalanları yüzünden yitmişti ama PİTİ’den vazgeçecek değildim. Başvurumu yapmıştım, süreç işlemişti. Ve güneşli bir Cuma günü kavuştum ona.
İlk bir hafta “onu sevebilecek miyim acaba?” diye endişeyle geçmişti ama şimdi onu düşünmeden geçen (ve içimin mutlulukla dolmadığı) bir saniyem bile yok. O kadar bağlandım ki evde değilsem veya uyuyorsa videolarını izliyorum.
Şöyle demişim 3 Temmuz 2013’te: “Evimin içinden bir “ırmak” akıyor şu an... Piti bebeğin açtığı kapaktan bir nehir...”
O nehir, gürül gürül akmaya devam ediyor...
Piti’yi Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan almak yaptığım dördüncü en güzel şeydi...
2013 güzel geçmiş be!