Gezi’deki son durum!
.
31 Mayıs gecesi halkın önemli bir bölümünün sokağa dökülmesiyle başlayan Gezi Direnişi’nde; bugüne kadar...
Beş gencimiz can verdi.
Onlarcası komaya girdi.
14 yaşındaki Berkin Elvan hâlâ can çekişiyor. Ne acı ki yatmakta olduğu Okmeydanı Araştırma Hastanesi, “Yapacak bir şeyimiz yok” diyerek komadaki bu çocuğumuzu kapının önüne koymak istiyor!
10’a yakın vatandaşımız, gözlerine isabet eden biber gazı fişeği yüzünden görme yeteneğini kaybetti.
Yüzlercesi ağır yaralandı.
Gösterilere katılan herkes en az bir kez gaz bombasının, basınçlı suyun, plastik merminin ya da polis copunun hedefi oldu.
Yüzlercesi tutuklandı.
Binlercesi hakkında dava açıldı.
On binlercesi için soruşturma başlatıldı.
Tencere tava çalan bile, Başbakan’ın “muhbir vatandaşlar”a verdiği talimatla, mahkemelik oluyor.
Peki; sonuç ne?
Taksim’deki alışveriş merkezi ya da Topçu Kışlası projesi, şimdilik de olsa askıya alındı.
Göbeğini kaşıyan...
Önceki gün, bir ay sonra ilk kez Gezi Parkı’na gittim ve “gelinen nokta”yı gözlerimle görmek istedim.
Parkta direnişçilerden iz bile kalmamıştı.
Sadece uzun saçlı ve gitarlı bir genç çimlerin üzerine oturmuş, hüzünlü bakışlarla uzaklara dalıp gitmişti.
Belki de parktaki tek Türk oydu...
Onun dışında onlarca Arap turist, daha bir ay önce inanılmaz bir halk hareketine ev sahipliği yapan bu cennet mekânın tadını çıkarıyordu.
Arap bir beyefendi, çimlerin üzerine uzanmış; (Bekir Coşkun’un kulakları çınlasın) göbeğini kaşıyordu...
Küçük oğlu, elindeki fotoğraf makinesiyle babasının bu mutlu anını (!) ölümsüzleştiriyordu...
Adamın yanındaki siyahlar içindeki kadın ve kızları; belki de 45 gün önce bizim kızlarımızın polis tarafından yerlerde sürüklendiği o çimlerde hayatlarının en huzurlu gününü geçiriyordu!
Bu, bizim ödülümüz!
Yani... Biz o park için ülkenin dört bir yanında öldük, komaya girdik, ağır yaralandık, gözlerimizi, bacaklarımızı kaybettik, özgürlüğümüzden olduk...
İzlerini, hayatımız boyunca taşıyacağımız acılar yaşadık...
Bu Arap ailesi ise üç beş bin doları bastırıp bizim hayatımız pahasına kurtardığımız doğanın keyfini sürüyor...
O park bugün hâlâ bizim gençlerimize kapalı... Üçü, beşi bir araya gelip, sohbet etmeye kalksa başlarında Çevik Kuvvet timi bitiveriyor...
Yine de tüm bunları içinizi burkmak ve “Verilen mücadele boşunaymış” dedirtmek için paylaşmıyorum sizinle...
Tam tersine:
Bugün o parkta hâlâ kuşlar ötüyorsa...
O yeşili betonlaştırmak üzere dikilen şantiye binaları kaldırıldıysa...
Ağaçlar, yüzlerce yıldır olduğu gibi yine dimdik ayaktaysa...
İngiliz’i, Alman’ı, Yunan’ı, Rus’u binlerce turist ellerinde fotoğraf makinesiyle “o büyük coşku”dan kalan izleri arıyorsa...
O Arap arkadaş, bu parkı bir kez bile görmeyen ama uğruna ölen Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mustafa Sarı ve Ali İsmail Korkmaz sayesinde göbeğini rahat rahat kaşıyabiliyorsa...
Emin olun; bu bizim en büyük ödülümüzdür!
Gülerek koşuşturan her çocuk bizim simgemiz...
Uçan her balon zafer sevincimiz...
Açan her çiçek coşkumuz...
Çimlere uzanıp göbeğini kaşıyan her adam demokrasi bilincimizdir...
Silinmeyecek imza...
Kısacası; Gezi’deki bugünkü tablonun altında milyonlarca yurtseverin kanıyla, gözyaşıyla, biber gazıyla, TOMA’lara karşı dik duruşuyla attığı bir imza var!
Öyle bir imza ki; asla silinmeyecek...
Peki; o çimlerin üzerine uzanıp göbeğini kaşıyan Arap arkadaş bunun farkında mı?
Bu sorunun yanıtı, umurumuzda bile değil...
Çünkü biz, onun “göbeğini kaşıma özgürlüğü” için de direndik!
O, farkında olsa da; olmasa da!
GÜNÜN SORUSU
Gezi’de gezinirken bütün ağaçlar, kuşlar, böcekler hep bir ağızdan müthiş bir şarkı söylüyordu...
Bilin bakalım ne diyorlardı?