Uludere operasyonunun emrini kim verdi?
.
Uludere tartışması yeniden alevlendi. Detayları hepimiz biliyoruz. O yüzden hiç uzatmadan, doğrudan konuya giriyorum.
O acı olaydan yaklaşık üç hafta sonra, 17 Ocak 2012’de bu köşede şöyle bir ara başlık yer almıştı:
“Soruşturmalar sürerken kritik bir soru daha”.
Yazımın o bölümünde, “Operasyon emrini kim verdi?” sorusunu gündeme taşımış ve aynen şöyle yazmıştım:
“(...) İnsansız Hava Aracı’nın (İHA) aktardığı görüntülerdeki gruba yönelik hava harekatının nihai emri (rutin şekilde) Diyarbakır’daki yerel (sivil ya da askeri) yetkililer tarafından mı verildi, yoksa gelen istihbarat Ankara’ya iletilip, ‘merkez’in ‘son onay’ı alındıktan sonra mı düğmeye basıldı?
Uludere soruşturması işte bu “Rutin mi, özel mi?” sorusunun da içinde yer aldığı birçok bilinmezi aydınlatacak. Daha doğrusu aydınlatmalı...”
Şimdi...
Gelinen noktada, yukarıdaki “Rutin mi, özel mi?” sorusunu biraz daha somutlaştırabiliriz.
Herkesin merak ettiği şu:
O hava harekatının nihai emrini (ya da onayını) bizzat Genelkurmay Başkanı Necdet Özel mi verdi?
Ve tabii, bu vahim hatanın sorumlusu (ya da sorumlularının) arandığı Ankara’nın sıkıntısının, gerginliğinin nedenlerinden biri de bu nokta olabilir mi?
Devam eden soruşturmanın bir an önce sonuçlanması ve gerçeklerin kamuoyu ile paylaşılması işte bu kritik sorunun yanıt bulması açısından da çok önemli.
Çelik: “Anıtkabir ağlama duvarı mı?”
Başlıktaki soru cümlesi AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’e ait.
Pazar öğlen Fox Tv Ankara Temsilcisi Sedat Bozkurt ile birlikte, ‘Ankara’nın Nabzı’ programında Kanaltürk Ankara Temsilcisi Faruk Mercan’ın misafiriydik. Program konuğu Hüseyin Çelik’ti.
“Anıtkabir ağlama duvarı mı?” sorusunu da işte o canlı yayında sordu Çelik.
Programda konu 19 Mayıs kutlamalarına getirilen yeni düzenlemeye ve Ana Muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) bu karara yönelik itirazlarına geldi. Özellikle de, Atatürk anıtlarına çelenk koyma yasağına.
Çelik, “Törenlerin düzenini bozmamak için, törenler sırasında izin verilmedi. Yoksa herhangi bir yasak yok” dedi ardından da sözü CHP’lilerin Anıtkabir ziyaretlerine getirdi.
Bu konuda biraz daha fazlasını almak için dün aradım eski bakanı.
Hüseyin Çelik telefonda, ‘CHP’nin Atatürk ile ilişkisine’ dair (muhtemelen de CHP’lilerin tepki göstereceği) şu değerlendirmelerde bulundu:
- Bakın, 19 Mayıs tartışmasının da çıkış noktası aslında CHP’nin Atatürk ile ilgili tavrı.
Atatürk ile ilgili Türkiye’de belli başlı tavırlar var.
Bir, ‘Atatürkçüler’ var bu ülkede. Bir, ‘Atatürkçü geçinenler’ var. Bir de CHP gibi, ‘Atatürk’ten geçinenler’ var.
CHP Genel Başkanı olan kimse, “Ben Atatürk’ün koltuğunda oturuyorum” diyor. CHP kendisine, “Biz Atatürk’ün partisiyiz” diyor.
Böyle diyerek de, her seçimde aslında, alıp Atatürk’ü sandığa götürüyorlar. Bir milletin ‘ortak milli değeri’ böyle kullanılmamalı. Her seferinde Atatürk’ü seçime, seçtirmeye götürüyorlar adeta. Sonra da ne oluyor?
İnsanların gönlüne gidemedikleri zaman, Anıtkabir’e gidiyorlar, “Atam şöyle oldu, Atam böyle oldu...” diye. Sürekli Anıtkabir’e, Atatürk’e şikayete gidiyorlar. Gidip sürekli şikayet ediyorlar, bizi şikayet ediyorlar, başkalarını şikayet ediyorlar. Ben de işte bu yüzden diyorum ki, “Anıtkabir ağlama duvarı mı?”
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Çelik’in bu sözlerine CHP’lilerin ne yanıt vereceğini tahmin etmek güç değil aslında.
Ancak tartışmanın farklı bir boyuta kaymasına mahal vermemek adına, bir noktanın altını peşinen çizmekte fayda var.
Dikkat ettiyseniz, bu yazıda, ‘ağlama duvarı’ sözcüklerinin baş harflerini küçük yazdım. Büyük yazsam, Musevilerin kutsal mekanı, Kudüs’teki ‘Ağlama Duvarı’ olarak algılanabilir, öyle değerlendirilebilir zira.
Hüseyin Çelik’in, Kanaltürk’teki canlı yayında da, yaptığımız telefon görüşmesinde de ‘dini’ bir vurgu yaptığı izlenimi edinmedim.
Malum; öyle olsa, bu sözler üzerinden yapılması muhtemel tartışmanın rengi değişebilir.
Keşke...
Denize düşsek bile sarılmasak ‘yılanlar’a.