Süt izni istiyorum!
.
“(...) Türkiye’de çocuğa bakmakla yükümlü tek kişi anneymiş gibi bir algı var, erkeklerle ilgili neredeyse hiç düzenleme yok. Baba, memur ise 3 gün izin alabiliyor, işçi ise o da yok. ‘Doğum izninin 24 haftaya çıkarılması, kadın istihdamını olumsuz etkiler’ diyen Prof. Kadriye Bakırcı ekliyor: ‘Çünkü işveren uzun süre izin yapan eleman çalıştırmak istemiyor. Kadının izin süresini uzatmak yerine AB’deki gibi ebeveyn izni getirilmeli. Doğum izni, kadının lohusalık dönemi için öngörülen izindir, ebeveynlik izni ise çocuk bakımı için hem kadına hem erkeğe verilir. Erkek izinlerini kadına devredemez. Çocuğa birlikte bakarlar, kadın iş hayatından kopmaz, mağdur olmaz.’
Prof. Bakırcı, ebeveynlik izninin babalık izninden farkını şu sözlerle anlatıyor, ‘Babalık izni, doğumdan sonra, babanın eşi ve çocuğu ile zaman geçirmesi için verilir. Ebeveynlik izni ise annenin lohusalık izni bittikten sonra verilir. AB Adalet Divanı kararı der ki, kullanmak istiyorsa babaya da süt izni verilir. Çalışan kadın emzirmek dışında sütünü sağarak biberonla da besleyebilir bebeğini. Bunu baba da yapabilir.’ (...)”
Bu satırlar, Akşam Gazetesi’nin önceki gün manşetine taşıdığı bir köşe yazısının en can alıcı bölümü.
Başlık, “Babalara da süt izni”.
Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in, 16 hafta olan doğum izninin 24 haftaya çıkarılacağını açıkladığı, ana muhalefetin “24 de yetmez 28 hafta olsun” diye kanun teklifi verdiği günlerdeyiz.
Hükümet çok çocuk yapan anneye erken emeklilik hakkı tanımaya, annelerin yarı zamanlı çalışabilmesine imkân sağlayan düzenlemeleri hayata geçirmeye hazırlanıyor.
İlk bakışta bunların hepsi olumlu adımlar.
Ama öznesi sadece ‘anne’ olan adımlar. “Bebeği, çocuğu büyütmek sadece annenin işidir” algısının, “Sorumluluk sadece anneye aittir” peşin kabulünün tezahürü adımlar.
Alt temizlemek, beslemek, büyütmek kadının sorumluluğu...
Erkeğe düşen ise sadece bez ve mama parasını kazanmak, bir de akşam eve gelince sevip koklamak. O kadar.
İlk çağlardaki düzen, mantık olarak bugünün Türkiye’sinde (hatta dünyanın çoğu yerinde) devam ediyor sanki: “Erkek dışarıda avlanır, kadın yuvada pişirir”.
İşin ilginç yanı bu gibi konularda erkeklerden geçtim -kadın milletvekillerinden de- ses seda çıkmıyor.
Kadın akademisyenlerden, kadın köşe yazarlarından, kadın kanaat önderlerinden bu tür mevzularda kalem oynatan, sesini yükseltenler parmakla gösterilecek kadar az.
Yazının başında alıntı yaptığım köşe yazısını kaleme alan Özlem Akarsu Çelik’in eşiyim ben. Ama bu durumun öncesinde ve ötesinde, hayata bakışına ve haberciliğine çok saygı duyduğum bir meslektaşım Özlem.
Dile getirdiği ‘doğru ve haklı’ bir beklenti. Yani gündeme taşıdığı konuya verdiğim destek ‘eş durumu’ndan değil.
Olması gerektiğine inandığım için ben de -bir baba olarak- ‘süt izni’ istiyorum.
KEŞKE...
Sıfatı ‘yönetici’ olan herkes gerçek manada yönetebiliyor olsa.