Şemdin - Sırrı Sakık görüşmesi
.
Vatan Haber
Şemdin Sakık 13 Nisan 1998’de yakalandı, yargılandı ve mahkum oldu. Halen cezaevinde... ‘Deniz’ kod adıyla, part time (yarı zamanlı) - önce gizli, sonra açık açık - tanıklık da yapıyor.
İfadelerinde (baba bir, anne ayrı) kardeşlerinden biri olan Sırrı Sakık’a söylemediğini bırakmadı biliyorsunuz.
BDP Milletvekili Sakık, kendini artık “eski terörist” olarak niteleyen kardeşinin salvolarına yanıt vermekten imtina ediyor. Kamuoyu önünde değil bir tartışmaya girmek, “Adımın Şemdin Sakık ile aynı cümle içinde geçmesini bile istemiyorum” diyor.
Sırrı Sakık, bütün ısrarlarıma rağmen konuşmadı ‘kardeşi’ hakkında.
O konuşmayınca biraz araştırdım ve ilginç bir arşiv bilgisine ulaştım.
Şemdin Sakık Diyarbakır Cezaevi’ne konulduktan kısa bir süre sonra, Sakık Ailesi’nden - içinde Sırrı Sakık’ın da bulunduğu - bir grup ziyaretine gitmiş.
Aile üyelerinin büyük çoğunluğunun pek irtibatı yokmuş dağdaki ‘Parmaksız Zeki’ ile. Ancak maphusluk günleri başlayınca ‘görüş’e gidilmesi kararı alınmış.
Ve iki kardeş çok sert tartışmış cezaevinde.
Şemdin Sakık, Sırrı Sakık’a “Ben dağda savaşırken, sen keyif sürmeye devam ettin” mealinde cümlelerle yüklenmiş;
Sırrı Sakık da, “Ne savaşması! Sen ve senin gibiler bunca sene dağda hayatta kaldıysa, bu, binlerce gencin bedenlerini sizlere kalkan yapması sayesindedir” diye cevap vermiş.
Ve böylece, o ‘görüş’, ikilinin birbirlerini ‘son görüş’ü olmuş.
Öcalan’ın değil, sizin heykeliniz dikilsin
“Öcalan’ın posterini Kürdistan’da asmayacaklar da nerede asacaklar, daha heykelini dikeceğiz. Bunu kafanıza yazın.”
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, önceki gün Mardin’de sarfetti bu cümleyi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sert tepkisi üzerine, dün Diyarbakır’da, “Sayın (!) Öcalan’ın idamını tartışanlar, tartışmayı kendisinde hak görenler heykelini de karşısında görürler tabii ki. Ben de partimiz de heykel meraklısı değiliz. Ben o sözü bir tepki olarak ifade ettim” şeklinde detaylandırdı bir gün önceki çıkışını.
Fazla söze gerek yok.
Bu ülkenin herhangi bir noktasına Abdullah Öcalan’ın heykelini dikmeye kalkışmak; bölücülüğün, provokasyonun dik alâsıdır.
Bunu Demirtaş’ın da çok iyi biliyor olduğuna şüphe yok.
Bu yüzden diyorum ki;
Sayın Demirtaş,
Bu tür duygu sömürülerini, kışkırtmaları bırakın. Ajitasyon işin kolayı çünkü.
Siz aldığınız oyların sorumluluğuyla ‘zor’ olanı başarın.
Bu ülkede akan kanın durması için üzerinize düşeni yapın. Ama bugüne kadar olduğu gibi ‘sözde’ değil, samimiyetle, gerçekten, gerekiyorsa ‘ezber bozarak’ yapın gereğini.
Yapın ve sizin, sizlerin heykelleri dikilsin.
Bir teröristin değil.
Kan dökenlerin değil, akan kanı durduranların heykelleri dikilsin; ve tabii, ‘Kürdistan’a (!) değil, Türkiye’ye.
Suriye’nin matruşkaları
“(...) Suriye’de yönetim katmanlarını ‘matruşkalar’a benzetebiliriz. İç içe geçmiş, birbirinin içinden çıkan ‘matruşkalar’ misali. O anda, o gün, hangisi ne kadar etkili olur, hangisi diğerinin içinde kalır, hangisi hangisinin içinden çıkar, inanın hiç kimse kesin olarak bilemez. Bu yüzden de şu anda önümüzü net olarak görmemiz pek mümkün değil.”
Bu sözler, Suriye’yi çok yakından tanıyan, Ankara’nın karar alma mekanizmalarında yer alan üst düzey bir isme aitti ve tamı tamına bir yıl önce bugün, bu köşede yayınlanmıştı.
15 Kasım 2011 tarihli yazım, yetkili kaynağın bu değerlendirmesinin ardından şu şekilde bitiyordu:
“Ankara’nın önünde duran çok bilinmeyenli ve ‘çok taraflı’ Şam denklemine, bu ‘matruşka’ örneğinden hareketle bir kez daha bakmakta yarar var.
Sadece bakmak da yetmiyor elbette. Bakıp, görmek lazım.”
Tam bir yıl önce bugün...
Bilmem anlatabildim mi?..
KEŞKE...
Her sanatçı sanatını, Ressam Mustafa
Ayaz gibi icra etse.
(Ankara’da kurduğu müze ve kültür merkezini ziyaret ederseniz, bu “Keşke”nin gerekçesini orada görebilirsiniz.
www.mustafaayaz.com )