ÖYM’leri hedef yapan gizli tanıklar mı oldu?
.
Özel Yetkili Mahkemeler’in (ÖYM); yetkilerinin yeniden düzenlenmesi ya da bunların topyekün kaldırılması gündeminin en can alıcı boyutu, ilginçtir, işin belki de en az konuşulan tarafı.
‘Gizli tanık’ uygulamasından söz ediyorum.
Gizli tanık ifadelerinin, ülke gündeminin en kritik, en sıcak başlıklarını oluşturan o meşhur davaların akışını nasıl etkilediğini, nasıl şekillendirdiğini bilmeyen yok.
‘Gizli tanıklık’ mekanizması hukukta, gerektiğinde başvurulan ama bünyesinde farklı riskler de barındıran bir yöntem malum. Ağır Ceza Mahkemeleri’nde de var.
Fakat konu, daha doğrusu sorun, ‘gizli tanık’ların ÖYM’lerde oynadığı rol. Yani bu mahkemelerdeki davalarda kullanılış şekli.
Yetkin hukukçulardan hangisi ile konuşsam, benzer ifadelerle aynı noktanın altını çizdiler.
“Gizli tanıklık, başka delil yoksa, tek başına kullanılabilecek bir yol değil. Bir davada, gizli tanık ifadeleri, toplanan mevcut delillere ek olarak kullanılabilir. Daha doğrusu öyle olması gerekir.”
Yargıdaki teamül bu yöndeyken, görünen o ki, ‘gizli tanık ifadeleri’nin o bildik davalardaki belirleyiciliği, ÖYM’lere duyulan güveni ciddi manada örseledi.
Sanırım şu tespite katılmayan olmayacaktır:
Bir mahkeme, uyguladığı yöntemler ve nihayet verdiği kararların kamuoyunda uyandırdığı güven ile doğru orantılı boyutta saygı görür.
Eğer bugün bu ülkede ÖYM’lere yönelik bir güven bunalımı ve saygı sorunu varsa, bu durumun başlıca sebeplerinden birinin ‘gizli tanık mekanizması’nın kullanılış şekli olduğunda işi bilen herkes hemfikir.
Bu mahkemelere tanınmış özel yetkiler içindeki ‘tutukluluk sürelerinin, diğer mahkemelerdekinin iki katı olması’ da bir başka neden.
Ve tabii bir de, özel yetkili savcı ve hakimlerin, kendilerine bir misyon yükledikleri yönündeki hakim kanaat.
“Bu ülkenin gerçek sahibi, koruyucusu, kollayıcısı vb. biziz” şeklinde özetlenebilecek bir misyon bahsettiğim.
Hani dönem dönem, üniformalıların kendilerine vehmettikleri o bildik misyona benzer bir durum...
‘Kesinlikle’ yasaktır
Ne kadar çok ‘yasak’ uyarısı var çevremizde.
“Buraya çöp dökmek yasaktır.”
“Garaj girişine park etmek yasaktır.”
“Çimlere basmak yasaktır.”
“Sigara içmek yasaktır.”
“Bu asansör ile yük taşımak yasaktır.”
“Piknik yapmak yasaktır.”
“Moloz dökmek yasaktır.”
“Yüksek sesle müzik dinlemek yasaktır.”
“Evcil hayvan ile girmek yasaktır.”
“Fotoğraf ya da video çekmek yasaktır.”
“Cep telefonu kullanmak yasaktır.”
Ve benzeri onlarca yasak...
Bir de...
Yasaklara uymak konusunda, toplum olarak bulunduğumuz noktanın somut bir kanıtı var ‘yasak’ mesajlarının bazılarında.
“Kesinlikle yasaktır” uyarısı o kanıt.
“Yasaktır” demek yetmiyor. “Kesinlikle yasaktır” yazıyor birçok tabelada.
“Sadece ‘yasak’ dediğimizde uymuyorsunuz, bakın bu (ya da şu) ‘kesinlikle’ yasaktır” diyor yasağı koyan otorite.
Dünyada da örnekleri var ‘kesinlikle yasak’ kalıbının.
‘Strictly forbidden’ yazar mesela ecnebilerin bazı tabelalarında. Ama bu durum, genellikle yüksek düzeyli ‘güvenlik’ gerektiren yer ve koşullar için söz konusudur dış dünyada.
Bizdeki gibi;
‘Moloz dökmek’ ya da ‘asansör ile yük taşımak’ türünden ‘kozmik’ (!) konularda değil.
KEŞKE...
Memnuniyetsizlik ve şikayet etme alışkanlığının, toplumsal genetik kodumuza dönüşme riski taşıyacak noktaya ulaştığını görebilsek.