Gazeteciler, siyasetçiler, sosyal medya ve gerçekler
.
Vatan Haber
Gazetecilerin sosyal medyayı kullanması ile ilgili tartışmaları hepimiz biliyoruz.
Bildiklerimizin dışında, farklı boyutları da var mevzunun. Özellikle de Türkiye’de habercilik yapan, Twitter kullanıcısı gazeteciler açısından.
Twitter’ın bizim meslektaşlara en büyük katkısı, söyleyeceklerini, yazacaklarını daha net, daha kısa ifade etme alışkanlığını kazanmaları oldu.
Gerçi art arda birden fazla tweet ile uzun uzun yazmak mümkün ve böyle yapanlar da var ama yine de haberciler büyük oranda, daha kısa cümleler kurar oldu Twitter’ın 140 karakter mecburiyeti sayesinde.
Aynı durum siyasetçiler için de (farklı boyutlarda da olsa) geçerli.
Twitter’a girdikten, daha doğrusu Twitter yaşamlarına girdikten sonra, gazeteciler bir de gerçek ile yüzleşti.
O güne kadar ‘okur’ sınıfında yer alan ve belki de ‘sıradan’ olarak gördükleri birçok insanın, kendilerinden daha yukarıda, daha ileride olduğu gerçeğiyle...
Ve tabii...
- Birçok ‘okur’un kendilerinden daha okunur yazdığı...
- Birçok ‘sıradan okur’un kendilerinden daha çok okuduğu...
(Yeri gelmişken... Daha dün Twitter’a da yazmıştım: Bu ülkenin küçük sorunlarından biri de, gazetecilerin gazete okumuyor olması. Hakkını vererek, doğru düzgün gazete okumuyor maalesef Türkiye’de gazeteciler.)
- Birçok ‘sıradan’ insanın kendilerinden daha yaratıcı, daha bilgili, daha eğitimli, daha donanımlı, daha meraklı, daha analitik bakabilme özelliğine sahip, daha fazla sorgulayan ve en önemlisi daha cesur olduğu gerçekleriyle yüzleşti Türk medyasının mensupları sosyal medya sayesinde.
Geleneksel ‘gazeteci ukalalığı’ da bu şekilde - en azından bazıları için ve en azından bir nebze olsun - törpülenmeye başladı.
Aynı durum siyasetçiler için de (farklı boyutlarda da olsa) geçerli.
‘Sosyal medya fenomeni’ diye bir kavram gelişti malum, özellikle Twitter ile birlikte.
Bazı köşe yazarlarının okur sayısından çok daha fazla takipçiye sahip sosyal medya kullanıcıları çıktı ortaya.
Aslında bu gayet normaldi. Sebebi, bir üst bölümde sıraladığım gerçeklerdi aslında bu durumun.
Lakin birçok meslektaşımız bu tablonun, o gerçeklerin doğal sonucu olduğunu idrak edip gereğini yapmak, kendini geliştirmek yerine, mevcut donanımları ile ‘rekabete girme’yi tercih etti.
‘Fenomen’lik gerçeği, birçok gazeteciyi, daha popüler olma arayışına itti.
İçten içe, gizliden gizliye bir kıskançlık oluştu belki de bazı gazetecilerde.
Daha popüler olmak için en kolay yol olan popülizmi seçti meslektaşlarımızın çoğu.
Trendy Topic (TT) yani popüler konu başlıklarını takip edip, o kanaldan yürümeye meyil etti bu arkadaşlarımız.
Kimilerinde ise - yine popülerlik adına olsa da - biraz daha meşakkatli bir eğilim oluştu.
‘Popülizm’ değil, onun yerine ‘aykırılık’ çizgisini yeğledi bu kesim.
Aykırı olup ses getirmeyi, aykırı durup sesini duyurmayı yani.
Aynı durum siyasetçiler için de (farklı boyutlarda da olsa) geçerli.
Son olarak...
Sadece haberciler için değil, kullanan herkes açısından Twitter’ın neden bu kadar cazip olduğuna, neden müptelalık yarattığına gelince...
İnternetin (ama özellikle sosyal iletişim ortamlarının) farkında olmadan hitap ettiği iki güdüsü var sanırım insanoğlunun.
Kabul edelim ya da etmeyelim; sosyal medya temelde, ‘teşhircilik’ ve ‘röntgencilik’ güdülerine hitap ediyor insaların.
Bir düşünün...
Kendi hayatımızı, özelimizi, tanımadığımız insanlarla paylaşmak bir tür teşhircilik değil mi?
Ve tabii, tanımadığımız insanların özellerine ulaşma isteği, onları izlemek, röntgenciliğin bir çeşidi?..
KEŞKE...
Ön yargılar ve sabit fikirlerin aslında ne kadar yorucu ve yıpratıcı olduğunun farkına varabilsek. Öncelikle sahip olanlar açısından.