Futbol, spor, siyaset... Masum değiliz hiç birimiz.
.
Vatan Haber
Toplu bir cinnet hali mi yaşadığımız?
Sağduyumuzu, insanlığımızı, değerlerimizi unuttuğumuz kesin.
Hepimizin gözlerine perde indiği de öyle.
Gözlerimiz karardı da... Yüreklerimiz, gönüllerimiz de mi karardı Allah aşkına?
Gazetecinin biri ‘histeri krizi’ geçirdi Fenerbahçe - Galatasaray maçının ardından Twitter’da. Biliyorsunuz.
Diğer taraftan, o gece aynı dakikalarda...
“Galatasaray’ın ‘şikeciler’ ile maçı var” diye başlayan tweetlerine, “Şikeci çekirge bu defa zıplayamadı”, “Şikeci çekirgeyi ikinci olduğu için kutluyorum” vb mesajlarla devam eden bir yüksek bürokrat var mesela.
Gerçi birkaç saat sonra, “Bu gece gerçek FB’li olmadığına inandığım grupların terbiyesizlikle ısrar etmeleri sonucu sinirlenip amacını aşan tweetler attığım için üzgünüm” dedi ama...
Aynı bürokrat, ertesi gün ise Başbakan Erdoğan’ın, “Bu tribünlere terörü hakim kılmak isteyen zihniyeti lanetliyorum” sözlerini, takdir ile ve destekleyerek aktardı takipçilerine.
“Acaba, Başbakan’ın bahsettiği zihniyete bir gece önce yazdıklarım ile ben de hizmet etmiş olabilir miyim?” diye düşünme gereği dahi duymadan.
“Acaba, haklarındaki iddialar henüz yargı kararı ile ispatlanmadığı halde birilerini suçlu ilan etmek ve bunu pervasızca, alenen yazmak; bana, bulunduğum mevkiye, insanlığa yakışıyor mu?” diye kendini sorgulama lüzumu bile hissetmeden.
Fenerbahçeli, bedbaht, öfkeli ve kontrolünü yitiren bir gazeteci...
Galatasaraylı, mutlu ama mutluluğunu yaşamayı bir kenara bırakıp, rakibini aşağılama ve suçlama güdülerini dizginlemeyi başaramayan bir bürokrat...
Sadece iki örnek. Daha niceleri var, farklı renklere gönül vermiş, farklı alanların farklı seviyelerinden.
İnsana “pes” dedirten.
İnsanı futbol adına, spor adına, en önemlisi, ülke adına umutsuzluğa sevk eden daha niceleri var.
Maçı yöneten hakemi, emniyet güçlerini, futbolu ve sporu, nihayet ülkeyi yönetenleri suçmalak en kolayı.
Hakemin de, polisin de, sporu ya da ülkeyi yönetenlerin de hataları, eksikleri var elbette. Yanlışları da var. Özellikle polis, sadece şu son dönemde değil, yıllardır futbol izleyicisi ile bir türlü sağlıklı ilişki kurmayı başaramadı.
Bunların hepsi tamam. Hepsine kabul...
Pekiyi biz?.. Biz ne yapıyoruz?
Sahada birbirlerine her türlü terbiyesizliği yapan, her fırsatta hakemi yanıltmak için elinden geleni ardına koymayan futbolcuların hiç mi kabahati yok?
Soruyorum size...
Sırf kendi camiasında, kendi şehrinde alkış almak için sürekli ve sadece kendi tribünlerine oynayan; rakibe saygı, sportmenlik gibi kavramları hatırına bile getirmeyen teknik adamların, kulüp yöneticilerinin hiç mi dahli yok gelinen noktada?
Hiç mi sorumluluğu yok; ‘taraftar’ adı altında, üç kuruşluk menfaat uğruna tribünlerde küfür, şiddet ve nobranlık yarışında çıtayı her hafta yükseltenlerin.
Dürüst olun.
Ve tabii medya...
Sadece spor basını değil üstelik. Futbolun tiraj, futbolun reyting getirdiğini gören gazeteler ve televizyonların habercilik değil, taraftar yayıncılığı yapması mesela...
Bu düzenin değirmenine farklı yollardan, az ya da çok su taşıyan sonuçta biraz da bizler değil miyiz?
Başbakan, UEFA Genel Kurulu’nda kürsüye çıkıp, “Kişilerle kurumları ayırmalıyız” dediğinde açıktan ya da kulislerde bu yaklaşıma tepki gösteren Galatasaraylılar, “Kupamızı bizim istediğimiz yer ve şekilde verdirin” diye aynı Başbakan’dan ricacı olabiliyor.
Garabet bununla da sınırlı kalmıyor. Bunu yapan, o saatte Başbakan’ı arayan yönetici, camiasında takdir ediliyor, bu davranışı alkışlanıyor.
(Burada somut örnek Galatasaray. Aynı durum kim ve hangi kulüp için geçerli olursa olsun, aynı düşüncedeyim.)
Bu yaşadıklarımız, içinde bulunduğumuz durum akşamdan sabaha oluşmadı.
Yıllardır, her iktidar döneminde, toplum olarak üstüne koyarak geldik bugünlere.
Siyasetçi tribünleri oy deposu olarak gördü, görüyor.
Belediye başkanları kulüp başkanlığı yaptı, yapıyor.
Belediyeler, ‘... Belediyespor’ oldu, oluyor.
Askerler, polisler hakemlik, gözlemcilik, temsilcilik yaptı, yapıyor.
Böyle geldi, böyle gidiyor.
Daha doğrusu, gitmiyor işte.
Böyle gitmiyor.
Hepimizin... Ama hepimizin şapkamızı önümüze koyma vakti, hepimizin aynaya bakma vakti geldi, hatta geçiyor...
KEŞKE...
“Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün” sözünü en çok, ‘içi dışı bir olmayanlar’ kullanmasa.