Erdoğan-Gül ilişkisi kaç testten daha geçecek?
.
Vatan Haber
Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ü, bugüne, hatta son birkaç yıla bakarak değerlendirirseniz yanılırsınız.
Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ü, ülkeyi yöneten, iki iktidar sahibi olarak görürseniz de yanılırsınız.
Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ü, başbakan ve cumhurbaşkanı olarak ele alıp, bu sıfatlar üzerinden yorum yaparsanız, yine yanılırsınız.
Son söyleyeceğimi, ilk baştan söyleyeyim:
Eğer birileri;
Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasında bir iktidar mücadelesi, bir rol kapma yarışı, bir çekişme, çatışma, gerginlik bekliyorsa, bu beyhude bir bekleyiştir.
Çünkü böyle bir duruma ne Erdoğan müsaade eder, ne de Gül.
Bırakın müsaade etmemeyi, zaten bizatihi ikili arasındaki ilişki, böyle bir durumun doğmasına imkan tanıyacak türden değil.
Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan arasında; ne bir iktidar mücadelesi yaşanır bu ülkede, ne bir rol kapma yarışı, ne de bir çekişme, çatışma, gerginlik.
Çünkü bu ikili, Cumhuriyet Türkiyesi’nin ezberindeki politikacı tiplerinden değil.
Aralarındaki ilişki, bu coğrafyada geçmişte şahit olduğumuz siyasetçiler arası ilişkilerden hiç değil.
Kimilerinin hala göremediği ama artık fark edilmesi gereken gerçek budur.
Şimdi diyebilirsiniz ki, “Pekiyi o zaman, Gül’ün en yakın kurmaylarından Ahmet Sever, Ruşen Çakır’a verdiği röportajda, o sözleri neden sarf etti?”
Bana kalırsa o değerlendirmeler, Sever’in kişisel gözlem, analiz ve sentezlerinden ibaret.
Sever’in refleksini de gayet insani görmek lazım, Abdullah Gül’ün hassasiyetlerini de.
Hepimiz, en yakınlarımıza dahi zaman zaman gönül koyabiliriz.
Bazen, bazı konularda alınganlıklar olabilir en yakınlar arasında bile.
Yanlış anlaşılmalar, kırılmalar, üzülmeler yaşanabilir en yakınlar arasında.
Hatta insan, en yakınına karşı daha da duyarlıdır.
Ama unutulmaması gereken, o ‘en yakın’ların arasındaki ilişkinin, bu tür istisnai durumları hem geçici hem de önemsiz kıldığıdır.
Unutulur gider o küçük sıkıntılar zaman içinde. Hoşgörülür ve ilişkinin geleceğine taşınmaz. İz bırakmaz yani.
Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan’ın, neredeyse çocuk sayılabilecek yaşlarından bugüne uzanan ortak geçmişlerinin detaylarını anlatmaya gerek yok.
Erdoğan’ın önce Başbakanlık, ardından Cumhurbaşkanlığı koltukları için Gül’ün adını zikrederken “Kardeşim” sıfatını kullandığını hatırlatmaya da öyle.
Keza, Gül’ün zamanı geldiğinde beklenen tavırları sergilemesini, yine Erdoğan’ın o kritik anlardaki tutumlarını...
Kim yapardı Başbakan Erdoğan’ın yaptıklarını?
Kim Gül’ün verdiği gibi karşılık verirdi gördüğü muameleye?
Kaç kez sınandı bu iki isim arasındaki ilişkinin sağlamlığı?
Kaç defa daha test edilirse edilsin, sonucun değişmeyeceği aşikar.
Dediğim gibi; iki siyasetçi, hatta iki dava arkadaşı arasındakinden bile öte, çok özel bir ilişki boyutu Erdoğan ile Gül’ünki.
Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ile ilişkisini üçüncü şahıslar vasıtasıyla yürüten bir lider değil.
Gül de öyle.
Bu yönteme hiç ihtiyaçları yok.
Kaldı ki; her iki isim de, bugünlere gelirken karşılaştıkları badireleri birbirlerine güç vererek, destek olarak atlattıklarını biliyorlar.
Birbirlerine güç kattıklarını, birbirlerinden güç aldıklarını; birinin güç kaybetmesinin diğerine de olumsuz yansıyacağını, yani ‘birlikte çok daha güçlü’ olduklarını biliyorlar.
Her ikisi de, sıra dışı dostluklarının ötesinde akıllı insanlar.
Geçmişteki kritik dönemeçlerde yaşananları hatırlayın...
Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı tercihlerinde konuşulanları, yazılanları, Erdoğan’a yapılan telkinleri anımsayın.
Ne yaptı Tayyip Erdoğan o keskin virajlarda?
Herkesi dinledi, izledi...
Son kararını ise doğrudan ve bire bir Gül ile istişare ederek verdi.
Önümüzdeki süreçte olacak olan da budur.
Herkes konuşur, yazar...
Sonunda; kimselerin haberi olmaz, ikili bir araya gelir, kafa kafaya verir, konuşur ve yine ortak akılla alırlar kararlarını.
Bunu yaparken de, halkın iradesinin üzerinde bir yere koymazlar kendilerini. Seçmen iradesini ambargo altına alacak bir noktada durmazlar.
Sözün özü, Erdoğan - Gül ilişkisinin geçmişi, o ilişkinin geleceğinin de teminatıdır bence.
KEŞKE...
Daha çok okusak...