Dolmabahçe neydi ne değildi?
.
“Silahların bırakılması ve sorunların siyasetle çözümünde, her iki siyasi parti de orada kendi yaklaşımlarını ortaya koydu. Yani orada o 10 maddelik HDP’nin ortaya koyduğu metin, HDP’nin kendisine ait deklarasyondu. Orada Sayın Yalçın Akdoğan da bu meselenin çözümüne dair bizim bakış açımızı paylaştı. Daha sonra bunu şöyle gösterdiler; sanki o 10 madde üzerinde bir mutabakat oluşmuş, sanki bu mutabakata bir imza atılmış gibi bir algı oluşturdular. Hayır, olan şu: İki siyasi partiden biri, bu sorunun çözümüne dair kendi yaklaşımını ortaya koydu ve siyasete vurgu yaptı. Diğer taraftan hükümet de bu konunun çözümüne dair kendi perspektifini ortaya koydu.” Bunlar, Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal’ın, güncel ‘Dolmabahçe toplantısı’ tartışması ile ilgili sözleri.
28 Şubat 2015 tarihinde, İstanbul’da, Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan toplantı yaklaşık 14 ay sonra yeniden siyasetin gündeminde.
O gün, o salonda bulunan 7 kişiden biri de dönemin Ak Parti TBMM Grup Başkanvekili Mahir Ünal’dı.
Bugün Kültür ve Turizm Bakanı olarak hükümette yer alan Ünal, dün sabah bazı gazetelerin Ankara Temsilcileri ile kahvaltılı bir basın toplantısında bir araya geldi.
‘Sürekli bu çağrı yapılıyor’
“Şu anda terörle mücadele güçlü bir şekilde devam ederken, örgütün silahları bırakması için de bir çalışma yürütülüyor mu derseniz... Zaten silahlarını bırakmaları için ve TBMM çatısı altında Türkiye’nin bütün meselelerinin konuşulması için sürekli olarak bu çağrılar yapılıyor.”
Bir mutabakat yok, iki farklı açıklama var
Bakan Ünal, bizzat yer aldığı o toplantı merkezli tartışmaya şu ifadelerle katıldı:
- Sayın Cumhurbaşkanımız dün (önceki gün) Adana’da söylediği gibi... Orada bir mutabakat yok. İki Siyasi partinin “silahlara hayır” diyen ve “demokratik siyasete evet” diyen iki farklı deklarasyonu vardı orada. Yani HDP orada demokratik siyaset konusunda bir deklarasyonda bulundu. Hükümet adına da Başbakan Yardımcısı Sayın Yalçın Akdoğan da siyaset kurumunun sorun çözücü olarak demokrasinin asli unsuru olduğunu vurgulayan bir konuşma yaptı. Dolayısıyla orada bir mutabakat metni ve bir mutabakat olmadı. Bir mutabakat metni imzalanmadı, ortak bir metin söz konusu olmadı. İki siyasi partinin siyaset kurumunun sorun çözücü olarak önemine vurgu yapan iki farklı açıklaması vardı. Buradan bir mutabakat çıkarmak ve bu mutabakat üzerinden de kendi sorumluluklarını yerine getirmeyenlerin Ak Parti’yi mahkum etmeye çalışması son derece yanlış.
- Dolmabahçe’deki HDP deklarasyonun amacı silahların bırakılmasıydı. Ancak deklarasyondan sonra bunun olmayacağı görüldü ve bu amacını kaybetti. Terör örgütü ve HDP tarafından siyasetin bu hamlesi anlamsızlaştırıldı. Bize veya Sayın Cumhurbaşkanımıza zaman zaman deklarasyonu yok sayma eleştirisi yapıyorlar. Bunu yok sayan Sayın Cumhurbaşkanımız değil, eylem ve söylemleriyle HDP ve terör örgütüdür. Diyorlar ki, “Cumhurbaşkanı, Dolmabahçe’de masayı yıktı, ondan sonra da bu çatışma süreci başladı”... Bu söylemin amacı, PKK terör örgütünün eylemlerini perdelemektir.
- Şimdi orada bir şeyi gözden kaçırmayalım. Dolmabahçe toplantısından 45 dakika sonra Selahattin Demirtaş’ın açıklamalarına bakın. Bu bir siyasi sosyal süreçti. Demokratik siyasetle silahın bir arada olamayacağı bir süreçti. Silah bırakmaya yanaşmadılar. Böylece Dolmabahçe anlamını kaybetti. Silahtan ve ölümden yana olan örgüt bir manipülasyonla bunun sorumluluğunu Cumhurbaşkanımıza yükledi.
- Dolmabahçe’de HDP’nin deklare ettiği 10 maddeye onlar tarafından gerçek anlamda inanılsaydı zaten siz orada oturacaksınız, demokratik siyaset diyeceksiniz, sonra da demokratik siyasetin alternatifi olarak silahı ve ölümü tercih edeceksiniz.
Bugün geriye dönüp bakınca...
- Geriye dönüp baktığımızda şunu görüyoruz: Bu konuda hükümetimizin sorunu çözmek için ortaya koyduğu bütün iyi niyetin, bütün olumlu yaklaşımların ciddi anlamda istismar edildiği açık bir şekilde görülüyor .
- Konunun bir de şu yönü var: Eğer çözüm sürecinde bölge insanı o rahatlığı, o huzuru yaşamamış olsaydı ve siyaset kurumunun gerçek anlamda sorun çözücü gücünü 3 yıl boyunca hissetmemiş olsaydı, terör örgütüne belki destek verebilirdi ama bugün artık bölge halkı ne diyor? “Ben sizi seçtim, Meclis’e gönderdim, siyaset kurumu orada. Siz orada neden beni temsil etmek yerine silaha, şiddete, ölümlere başvuruyorsunuz” diyor. Dolayısıyla evet çözüm süreci bugün bölge halkının terör örgütünün yanında yer almasını engellemiştir. Bu yönüyle son derece faydalı olmuştur.
- Örgüt, bu süreci sürekli olarak istismar etti. “Çekiliyorum” dedi, Gezi olaylarını görünce çekilmeyi durdurdu. 17-25 Aralık’ı gördükten sonra hepten bakış açısını değiştirdi. Suriye ile birlikte zaten tamamen süreçle ilgili yaklaşımını adeta sürecin ruhuna yani HDP’yi kastederek söylüyorum, sürecin ruhuna ihanet noktasına getirdiler. Dolmabahçe’yi bugün bahane olarak kullanıyorlar ama zaten süreçte hiçbir zaman HDP kendi özgür iradesiyle yani siyasetin ve seçmenin kendilerine emanet ettiği irade ile hareket etmedi.
Süreç tekrar canlanır mı?
- Şimdi bakın zihnimiz şöyle çalışıyor. Çözüm deyince şöyle düşünülüyor, süreç ne zaman başlar? İşte dağ ile konuşulursa, İmralı ile konuşulursa süreç başlar. HDP ile konuşulursa süreç başlar gibi düşünülüyor. Ben de diyorum ki, bu süreçte yani 20 Temmuz’dan sonra hem HDP hem de örgüt, tam da sorunun kendisi haline geldi. Geçmişte bu sorunun çözümü, silahların bırakılması için örgüt belki taraf olarak düşünülebilirdi ki MİT silahların bırakılması için görüşmelerinde örgütle görüştü. Ama şu an hem HDP hem örgüt bizzat sorunun kendisi haline geldi. Bu önemli bir şey. Artık şehirlere gittiklerinde insanlar onları sorunun bizzat kendisi olarak görüyorlar. Şu anda bölgede, siyasette bir HDP sorunu var ve maalesef bir de PKK sorunu var bölge insanı için.
- Çözüm süreci dediğimizde, sadece MİT’in terör örgütü ile görüşmesini anlamak yanlış olur. Ya da çözüm sürecinden, sadece demokratikleşmeyi anlamak da yanlış olur. Çözüm süreci son derece entegre bir stratejinin kimi zaman demokratikleşme olarak, kimi zaman toplumsal taleplerin TBMM tarafından yasal zeminde karşılanması olarak, kimi zaman güvenliğin sağlanması, kimi zaman terörist saldırıların önlenmesi şeklinde devam etti. Ama çözüm sürecinin faydalarından bir tanesi de neydi? Silahların bırakılmasıydı. Silahların bırakılması ayağında kiminle konuşuldu? Silah kimin elindeyse onunla konuşuldu. Çözüm süreci tek başına silahların bırakılması için istihbaratın terör örgütü ile konuşması değildi. Ekonomik, sosyal, kültürel çabalar entegre şekilde yürütüldü.