Can alıcı bir tespit
.
PKK’nın geçmiş dönemlere kıyasla dağlardan, kırsaldan çok ilçe ve şehir merkezlerine yerleştiği bir sır değil.
Bu gerçek, terörle mücadelede artık - büyük oranda - polisin görev (ve dolayısıyla risk) alması anlamına geliyor.
Nitekim son dönemde, ilçe ve kent merkezlerinde PKK’nın Emniyet Teşkilatı mensuplarına yönelik eylemleri, katliamları ortada.
Bu noktada, Özel Harekat’ta görevli olanlar dışında, özellikle bölgede görev yapan “polislerin terörle mücadele ve PKK hakkındaki eğitimi, donanımı ve tecrübesi ne kadar yeterli” sorusu önem kazanıyor.
***
Geçmişte; Polis Akademisi mezunlarının büyük kısmı, askerliğini ‘asteğmen’ rütbesiyle, iç güvenlik harekat bölgesinde tim komutanı olarak yapıyordu.
O genç polisler, Eğirdir’de 12 haftalık dağ komando kursuna katılıyor, vatani görevini de bölgede, komando timlerinin başında tamamlıyordu.
Bunun yanı sıra askerliğini komando olarak yapmış olanlara, başvurmaları halinde polis olmakta öncelik tanınıyordu.
***
Erkek polisler, anlattığım bu durumdan fazlasıyla rahatsızdı o yıllarda.
Polislerin askerlik hizmetinden muaf olması gerektiğini savunuyorlardı. Kendilerince haklıydılar da. Biz gazetecilerden de bu konuyu gündeme taşımamızı isterlerdi hep.
Yıllarca seslendirdikleri konuda, istediklerini 2011 yılında aldı polisler.
10 yıl görevde kalmak koşuluyla askerlikten muaf tutuldular.
***
Eskiden, ‘Özel Harekat’ dışındaki polislerin de bölge, PKK ve terörle mücadele tecrübesi vardı, 2011’den bu yana ise yok.
Şimdilerde bölgeye tayin olan emniyet mensupları, o coğrafyanın gerçeklerinden - maalesef - habersiz şekilde gidiyorlar görev yerlerine.
***
Durun...
Hemen, “Ne yani, polisler, askerlik yapmadıkları için mi şehit oluyorlar” türünden bir karşı cümleyle çıkmayın karşıma.
Tabii ki bu kadar doğrudan bir bağlantı kurmuyorum.
Sadece ‘genel’e dair bir tespitte bulunuyorum.
Her alanda mühim olan ‘tecrübe’, bu konuda, yeri geldiğinde ‘hayati’ derecede önemli olabilir diyorum.
‘Bölge ve gayrinizami harp deneyiminin, hem yapılan görev açısından hem de diğer güvenlik güçleri ile koordinasyon aşamasında kritik öneme sahip olduğu’ tespitine kim itiraz edebilir?
Bu kadar zor olmamalı
Kendini ifade etmek, konuşmak, dinlemek, anlamaya çalışmak; hasılı, medeni, sağlıklı iletişim kurmak bu kadar zor olmamalı.
Şöyle bir bakın etrafınıza...
Herkes haklı. Ama işin vahim tarafı; sadece kendisi haklı.
Yalnızca kendini haklı gören, başkalarının bu duruma itiraz etme hakkı dahi bulunmadığına inanan bir zihniyet...
***
Bırakın tanımadığınız insanları, yakın çevrenizde bile görmüyor musunuz bahsettiğim bu sağlıksız anlayışı?
Kendimden bir örnek vereyim...
Bir yazı yazıyorsunuz, yanında adeta bir ‘okuma kılavuzu’ neşretmek zorunda kalıyorsunuz.
Neredeyse her cümlesine açıklayıcı bir not düşmek gereği hissediyorsunuz.
Dün mesela...
“Şimdi siz bunu okuyunca yine sadece bir cümlesine takılıp onun üzerinden yorum yapacaksınız, yazının gerisini yok sayacaksınız, sonra da tepki göstereceksiniz ama ben yine de yazıyorum. Çünkü susmakla olmuyor...” diye yazdım.
Yetmedi, sonunda “Sadece işinize gelen, fikrinize uyan, size göre olan kısımlarını değil, tümünü okuyun” diye ricada bulundum.
Pekiyi bütün bunların ardından o yazıya ilk gelen yorum nasıl başladı?
“Yine eksik, yine taraflı” cümlesiyle !
Durum bu kadar net işte.
“Taraflı”, “eksik”...
Karşısındaki taraflı, kendisi değil.
Karşısındaki eksik, kendisi eksiksiz.
Dünyanın merkezini kendi göbek deliği zannedenler coğrafyasında fikir beyan etmeye, görüşlerimizi paylaşmaya çalışıyoruz.
Olsun.
Devam...
Askerler, polisler şehit oluyor.
Teröristler ölüyor.
Masum insanlar hayatını kaybediyor.
Kan akıyor ülkede, oluk oluk...
***
Teröre tepki, şiddete dönüşüyor.
Kısasa kısas, kana kan, intikam...
Duygular aklın önüne geçiyor.