Bugün 18 Mart
.
(...) Çanakkale bir dirilişti, Türkün geri dönüşüydü, Milli Mücadelenin ve Cumhuriyet’in habercisi, taç kapısı, arifesiydi, ‘yeni Türkiye’nin önsözü’ydü.
(...) Çanakkale hakkındaki ciddi, dürüst, saygıdeğer araştırmaların dışında üç tür yaklaşım var. Birinci yaklaşım, Çanakkale’yi M. Kemal’siz, M. Kemal’i yok sayarak anlatmaya yelteniştir. (...) Bile bile gerçeğe ihanet ediyor, tarihi kirletiyorlar, Bunları yazanların, yaptıranların kimler olduğu, amaçlarının ne olduğu, yaptıkları işin niteliğinden belli.
Dünyanın bildiği, on binlerce belge ile kanıtlı gerçekleri değiştirmeye, çarpıtmaya cüret eden bu insanlar, ellerine fırsat geçse acaba daha neler yaparlar?
Bir gençlik yalanla dolanla yetiştirilip eğitilir mi? Bu gençlikten kime hayır gelir?
Allah bu güzel milleti ve ülkeyi cahilin, yalancının ve sahte tarihçinin şerrinden ve iktidarından korusun!
İkincisi: Çanakkale’de M. Kemal’in rolünü küçültmeye çalışmak. Bu çizgide birkaç yazar var. Bunlar “Çanakkale’de M. Kemal yoktu” diyemiyorlar, bu kadar büyük yalanı göze alamıyorlar ama M. Kemal’in Çanakkale zaferindeki rolünü bin dereden su getirerek, gülünç olmayı göze alarak küçültmeye, önemsizleştirmeye, dikkatten kaçırmaya çalışıyorlar.
Üçüncü tür yaklaşım; Çanakkale’yi bir mucizeler, kerametler sergisi halinde anlatmak.
Bu hikâyelere bakılırsa Çanakkale Savaşı askeri bir zafer değil. Komutanların, subayların ve Mehmetçiklerin önemli bir rolleri yok. Bunlara göre savaşı, komutanlar, dövüşenler, can verenler değil, ilahi, gizli güçler, veliler, erenler, dervişler kazanmış.
(...)
Allah’ın yardım edeceğine, ettiğine inanmak, güvenmek başka şey, ettiğini kanıtlamak için böyle hikâyeler uydurmak başka şey.
Allah’ın bizim yalanlarımıza ihtiyacı yoktur!
(...)
Bunlara göre Çanakkale askeri bir zafer değil, mucizeler sergisi. Askeri bir anlamı, değeri, yüceliği yok. Şehitler boşuna ölmüş. Askeri tarih kitapları boşuna yazılmış.
Bu sahte menkıbeler, uyduruk hikâyeler Çanakkale zaferini basitleştiriyor, masallaştırıyor, gerçek olmaktan uzaklaştırıyor, büyüklüğünü, anlamını zedeliyor, kahramanların, milletin hakkını yiyor, daha önemlisi, zaferin, dirilişin gerçek nedenlerini örtbas ediyor.
(...)
İnsanın sorası geliyor:
Yüce Allah, Hazreti Peygamber, erenler ve veliler, iki yüz yıldan beri yenilip duran Osmanlı Devleti’ne ve ordularına neden böyle yardım etmediler? Rusya ile savaşlarda, hele Balkan Savaşı’nda acaba neden hiç yardımcı olmadılar? Sarıkamış’ta, Süveyş’te, Filistin’de, Kudüs’te, Suriye’de, Irak’ta, Bağdat’ta, Musul’da niye hiç yardıma koşmadılar?
Neden yalnız Çanakkale Savaşı’nda ordumuza yardımcı oldular, mucizeler, harikalıklar yarattılar, öbür cephelerde hiç yardımcı olmadılar?
Allah’ın taraf olduğu bir savaş 9 ay sürer mi? Yani İngilizler ve Fransızlar yüce Allah’a 9 ay kafa tutabilecek kadar güçlü müydüler? Bunu düşündürmek Allah’a saygısızlık, kudretine inançsızlık olmuyor mu? Yüce Allah, hurafecilerin anlattığı gibi savaşa katılsaydı, savaş bu kadar uzar mıydı? Bir saniyede bitmez miydi?
(...)
Önünü ardını düşünmeden hurafe uydurmanın sonu buna varır. Allah’a saygısızlığa, küçük düşürmeye kadar uzanır, Allah’ı İngilizlere yenilmiş gösterir.
Ama tabii ne bu hurafeler doğru, ne de bu sonuç.
Bu hurafeleri üreten kafa hiçbir çağda çağdaş değildir. Görkemli Osmanlı Devletini yiyip bitiren, acınacak duruma düşüren bu kafadır. Şimdi Cumhuriyet aydınlığını karartmaya çalışıyor.
(...)
Çanakkale’nin hurafeye, yalana, abartıya, bulutlara, sislere, rüyalara, kısacası uydurma olağanüstülüklere ihtiyacı yoktur.
Kendi olağanüstüdür.
Turgut Özakman,
(Diriliş - Çanakkale 1915 kitabının önsözünden.)