Böyle ölüm mü olur!
.
Böyle bir ölüm ‘kader’ diyerek açıklanabilir mi? Ya da ‘ecel’ diye geçiştirilebilir mi?
Sabah Gazetesi Spor Servisi’nden foto muhabiri Erkan Koyuncu hayatını kaybetti dün.
Takip ettiği Galatasaray’ın Florya’daki tesislerinin kapısına sıkışarak!!!
Kim bilir kaç ton ağırlığındaki raylı demir kapı!
Olayla ilgili soruşturma yapılacak, bu ölümün sorumlu ya da sorumluları cezalandırılacaktır muhakkak. Yani umuyorum.
Ama bu vesile ile bir kez daha görülmesi gereken, ‘insanından korkmak’ gerçeğidir.
‘İnsanından korkmak’ bir sonuçtur. Ve bu sonuç, medeniyet seviyesi ile doğrudan ilintilidir.
Devlet dairelerinden özel şirketlere, spor kulüplerinden konut sitelerine kadar hemen her yerde; bariyerler, kapılar, duvarlar, dikenli teller, güvenlik görevlileri vb var içeri ile dışarıyı ayıran.
İçeridekiler açısından ‘güvenli yaşam’ demek bu tedbirler.
Örneğin spor kulüpleri...
Gelirini taraftarından elde eden, taraftarı olmadan adeta bir hiç olan, taraftarı ile var olan kulüplerin o kale kapısı gibi demir kapıların, o dikenli tellerin, o güvenlik bariyerlerinin ardında ne işi var? Ne işi olduğunu söyleyeyim.
Yenilgiler, başarısızlıklar sonrası ‘tesis basma’ geleneği olan bir ülke burası.
Onu bırakın; sevinçlerde, şampiyonluk kutlamalarında bile, coşku adı altında ‘sınır tanımayan’ların yaşadığı bir ülkedeyiz.
Demokratik tepki, kitlesel eylem kültürü tam manasıyla gelişmemiş bir toplumuz.
Dolayısıyla...
Aslında doğrudan ‘biz’iz bütün o engellerin aramıza konulmasının sebebi. Sporu spor olarak görmeyen, öyle yaşamayı başaramayan ‘biz’ler !
Üzülmeyi de, sevinmeyi de bilmeyen; sadece öfkesiyle değil, sevgisiyle de boğan ‘biz’ler !
Ve tabii, dışarıdakiler ile maalesef aynı eğitim ve medeniyet seviyesine sahip olan ‘yetkili’ler, ‘görevli’ler...
Sorumlusu olduğu ekipmanı, teknik donanımı; sahip olduğu yetkiyi kullanmayı beceremeyenler !
Erkan Koyuncu‘nun ölüm sebebi budur işte.
Ne kader, ne ecel.
‘Biz’e özgü acı gerçek !
Kenan Işık’tan iyi haberler var
Hürriyet’te Vahap Munyar yazdı dün.
( http://sosyal.hurriyet.com.tr/Yazar/206/Vahap-Munyar/41251/Tekerlekli-sandalyede-saatlerce-oturabiliyor )
Tedavisine Almanya’da devam edilen Kenan Işık‘tan iyi haberler var. Umarım bir an önce sağlığına kavuşur ve aramıza, ekrandaki yerine, sevenlerinin yanına döner.
İşini onun gibi istikrarlı, düzgün, özenli ve başarılı yapan insanların zaten az olduğu bu ülkede, Kenan Işık gibi örneklerin üstüne titrememiz gerekiyor.
Bu kadar basit mi?
Beşiktaş’ta İbrahim Toraman, Galatasaray’da Sabri Sarıoğlu...
Yeteneklerini sınırlı bulabilirsiniz.
Oynadıkları futbolu beğenmeyebilirsiniz.
Takımlarına verdikleri katkının yetersiz olduğunu düşünebilirsiniz.
Ama ikisi de, bu ülkenin en köklü, en büyük kulüplerinden ikisinin kaptanları.
Beşiktaş gibi, Galatasaray gibi kulüplerde futbol takımının formasını yıllarca giyip, kaptanlık seviyesine ulaşmış oyuncuların bu kadar kolayca defterden silinmesini kabul edemiyorum.
Bir yabancı teknik direktör geliyor, herhangi bir nedenle “Ben bu oyuncuyu istemiyorum” diyor ve güle güle...
Ya da bir futbol direktörünün iki dudağının arasında şekilleniyor kaptanın kariyeri, geleceği...
Veya bir yerli teknik adamın...
Bu kadar basit mi olmalı? Bu kadar kolay, bu kadar ucuz.
‘Kaptan’lık sadece kolunda bir pazı bandı taşımaktan ve sahaya diğer oyuncuların önünde çıkmaktan mı ibarettir?
Misal, İngiliz Liverpool kulübü göreve yeni getirdiği bir menajerin bir cümlesiyle Steven Gerrard‘ı gözden çıkarır mı?
Ya da İtalyan Juventus kulübü ile kaptanı Alessandro Del Piero‘nun arasındaki ilişki örneğin...
Kulüpler, elbette takım kaptanları ile de yollarını ayırabilir. Ama bu, o kulübün adına, şanına yakışır şekilde olur.
Toraman - Beşiktaş ve Sabri - Galatasaray örneklerinde yaşandığı gibi değil.