Bir mektuptan fazlası
.
“Sayın Murat Çelik,
Bugünkü yazınızı okudum. Eşim 26 aydır Hasdal Askeri Cezaevinde yatan kurmay bir denizci albay. Hükmü onandı. Bundan sonraki sivil cezaevi süreci için hazırlıklarımıza başladık. Geride kalanların yolu açık olsun. Biz haksızlık ve hukuksuzlukla mücadele etmeye devam edeceğiz.
Tutuklu bulunanların size anında ulaşması mümkün olamayacağı için ben, eşim adına duygu ve düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim.
1. Hiç kimse Sn. Orgeneral Necdet Özel’in sivil otoriteye bağlı olmasını ve bunu dile getirmesini eleştirmiyor.
2. Asıl eleştirilen 2011 yılı Ekim ayında yaptığı görüşmede söylenenlerdir. Yalansa ben öyle bir şey demedim desin ve görevine devam etsin. Dediyse ve şu gelinen durumda kandırılıyor ise çıksın bunu da mertçe söylesin. Biz artık kesin ifadelerle bir olaya evet veya hayır denilmesini bekliyoruz. Bu delillerin sahte olduğuna inanıyor mu, inanmıyor mu? İnanıyorsa kendi görevini yapsın, karargahlarından nasıl belgeler sızdırılmış ve üzerinde manipülasyon yapılmış bulsun, görevini yapsın. Bu da bir ulusal güvenlik sorunu, yani görevi kapsamında bir iş. İnanmıyorsa, zaten silah arkadaşları ile kendi adına görüşmeler yaptırmasına ve üzülmesine gerek yok. Nokta.
3. Kara Harp Akademisi öğrencileri ve öğretim görevlileri beraat ederken aynı statüdeki Havacı ve Denizcilerin mahkumiyetine anlam verilemiyor.
4. Adalet Bakanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı, bilumum bakan ve milletvekili dava süreci ve kararı ile ilgili konuşabildiklerine ve hakimler hakkında ‘iyi hukukçular’, ‘hata yaptıklarına ihtimal vermiyorum’, ‘yalnızca dijital verilere bakarak karar vermediler, başka delilleri de değerlendirdiler’ diye söyleyebildiklerine göre bir kamu görevi icra etmiyorlar sanırım. Onu da bu kapsamda ele almanızı ve eleştirmenizi bekleriz.
5. Başkaca delillerin ne olduğunu ne sanıklar ne avukatları ne de biz bilmiyoruz, dava dosyasında yok çünkü. Ancak bir takım gazeteciler biliyorlar galiba her nasılsa...
6. İlk askeri bilirkişi, eline verilen CD’lerin gerçek olduğu varsayımına dayanarak bir rapor yazdı, savcılık bu raporla iddianame yazdı, mahkeme bu iddianameyi aynen kabul ederek ve delillerin gerçek olduğunu varsayarak hüküm verdi, Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu delillerin gerçek olduğu varsayımını kabul ederek ve hayatın olağan akışına uygun bularak, hukuka takla attırdı ve hükmü onadı.
7. Asıl soru, güncellemeyi kim yaptı? Donanmada bulunan hard disk üzerindeki 5 parmak izi neden araştırılmadı? Neden tanıklar dinlenmedi ve en önemlisi herkes gönül rahatlığı ile adil yargılama oldu diye düşünüyor mu?
8. Soruşturma konusu olabilecek eylemlerinden dolayı bir kısım Valiler, Emniyet Müdürleri, bilumum devlet memurları için seçilmişlerin gazetelerde, televizyonlarda beyanlar vermesi, soruşturma açılmasına gerek yoktur diye korunup kollanması, demokratik ve hukuk devletinin bir gereği olsa gerek... Çünkü seçilmişler hukukun üstündedirler, nasıl isterlerse öyle uygulama yapabilirler.
9. Ben kendi adıma ve yakından tanıdığım bir çok denizci adına gönül rahatlığı ile şunu söyleyebilirim: Devletin imkanlarını ne eşlerimiz ne de bizler kendi özel işlerimiz için kullanmadık. Bizi bilenler bunun tanığıdır. Kendimizi hiç bir zaman eşimizin rütbesi ile özdeşleştirmedik. Bu gibi küçük çıkarlar peşinde olmadığımız içindir ki bugün yıkılmadık. Bize de bunları bir Orgeneralin söylemesine gerek olmadan, böyle yaşadık ve böyle yaşamaya devam edeceğiz. Aldığımız aile terbiyesi bize bunu öğretti, biz de çocuklarımıza bunu öğretiyoruz.
10. Büyük önder Atatürk’ün Türk Kadını için arzuladığı yerde, yani hayat yolunda eşlerimizin bir adım arkasında değil tam yanı başlarında, onlarla birlikte, haksızlığa, hukuksuzluğa, aldatılmışlığa karşı mücadeleye devam ediyoruz.
11. Hasdal, Mamak, Maltepe, Silivri, Hadımköy ve Şirinyer cezaevlerinde bulunan asker tutuklularla görüşüp, onların bu konudaki görüşlerini içeren bir yazı yazmanızı tarafsız bir gazeteci olarak sizden beklerim. Belki geçmişte yazmışsınızdır ama ben kaçırmış olabilirim.
Yazdıysanız, onların da hâlâ aynı şeyleri ‘bu deliller sahte’, ‘adil yargılanma hakkı çiğnendi’, ‘tanıklar dinlenmedi’, ‘savunmanın tüm ısrarlarına rağmen bilirkişi raporları arasındaki çelişkiyi giderecek ve gerçeği ortaya çıkaracak yönde bir bilirkişi atanmadı’ dediğini göreceksiniz.
Son sözüm, yalnızca gücü elinde tutanlar için değil hepimiz için biraz insaf ve biraz sağduyu.
Bütün bu olanlara gönül rahatlığı ile inananlar için dileğim, Allah sizin başınıza sahte dijital veriler nedeniyle bir dava vermesin. O zaman nasıl bir gayya kuyusuna atıldığınızı anlarsınız.
Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Saygılarımla,
Aysun Koçer”
Bu mektubu, geçen cuma günkü (25 Ekim 2013) yazım (http://haber.gazetevatan.com/Haber/578608/4/Yazarlar) üzerine bir okurumuzdan aldım.
Virgülüne dokunmadan aktardım size yukarıda.
E-mail’i gönderen Aysun Koçer’e cevap yazıp, mektubunu yayınlayacağımı, bunu yaparken ismini kullanıp kullanamayacağımı sordum. “Kullanabilirsiniz” dedi.
İçeriğinin öneminin yanında, kullanılan dil ve üsluba dikkatinizi çekmek istiyorum.
Eşi 26 aydır cezaevinde olan ve ondan daha kim bilir kaç yıl ayrı kalacak bir insan; düşüncelerini, üzüntüsünü, tepkisini bundan daha insani, daha medeni bir şekilde nasıl ifade eder ben bilmiyorum.