“BA”L”BA”Y
.
Vatan Haber
Kalacaksın değil mi? Ama çok kalacaksın değil mi burada?”
5 buçuk yaşındaki Deniz, kendi evinde aklı ererek ilk kez sarıldığı babasına böyle seslendi işte.
Henüz 8 aylık bir bebekken ayrı düştüğü babasının bir daha gitmeyeceğini kayıtlara geçirmek istiyordu adeta küçük çocuk.
Baba yutkundu. Mustafa Balbay sesi titreyerek, “Artık buradayım oğlum” diyebildi sadece.
Sincan Cezaevi’nden tahliye olan Balbay’ın evine biraz geç gittim. Saat gece yarısına yaklaşıyordu. Cezaevi kapısından, evinin önce önüne ardından içine taşınan kalabalık dağılmış, Balbaylar baş başa kalmıştı.
Belli ki insanlar, bin 737 gün sonra Balbay ailesinin birlikte geçireceği ilk gecede onları fazla rahatsız etmek istememişti. Ben de öyle yaptım. “Geçmiş olsun, hoş geldin” deyip, elimdeki paketi uzattım Balbay’a, “Dondurma aldım ” dedim gülerek.
Başladı gülmeye. .. “Artık üfleyerek mi yersin bilemem ama en azından ‘üff’leyerek yemezsin böyle bir akşamda” dedim kelime oyunlarının ustasına. Kahkaha attı, “Bak bu çok iyiydi” dedi, salona geçtik.
Deniz televizyonun karşısındaydı. Bilgisayar oyunu oynuyordu .Oturduk.
Gülşah Balbay, 12 yaşındaki kızları Yağmur ile birlikte dondurma servisi yaparken oyununu bitiren Deniz de katıldı bize. Babasının yanına oturdu hemen. Balbay sarılıp oğlunu öptü, kokladı ve başladı anlatmaya:
- Biliyor musun, içeride en zoru aile hasreti. Her şey ile baş etmeyi bir şekilde öğreniyorsun. Her türlü zorluğu bir şekilde kabullenip, zaman içinde koşullara öyle ya da böyle uyum sağlıyorsun ama aile hasreti ile başa çıkmak mümkün değil. Bir yer geliyor, onla da baş ediyorsun aslında ama o zaman çok kötü hissediyorsun. Sanki unuturmuş gibi yani... O kadar ağır bir duygu ki o, o yüzden o kısmı açık bırakıyorsun. Başa çıkmak istemiyorsun o hasretle. Yenmek istemiyorsun o acıyı. Doldurmak istemiyorsun o boşluğu. O yara açık kalsın istiyorsun.
“Yaşamayanın anlaması mümkün değil” dedim sadece.
Mustafa Balbay, 5 buçuk yaşındaki oğluna döndü sonra. “Deniz” dedi, “Sabah seni okula ben götüreceğim. Beni arkadaşlarınla tanıştırır mısın?”diye cevap verdi Deniz. “Hem onlar seni gazetede görmüşler, tanıyorlar seni” diye devam etti. Sonra da o çocukça ama kurşun gibi ağır soru dökül dudaklarından.
“Baba, kalacaksın değil mi? Ama çok kalacaksın değil mi burada?”
Yutkundu Balbay...
“Artık buradayım oğlum” diyebildi sadece.annem yine benle uyuyacak mı, sen de bizle uyuyacak mısın?” oldu Deniz’in sonraki sorusu.
Güldük hep beraber.
Balbayın ‘içeriden’ getirdiği bir tespiti daha vardı:
- Şimdi içeride bazen başkalarıyla da karşılaşıyorsun, konuşuyorsun. (Mustafa Balbay Silivri’den sonra nakledildiği Sincan’da tek başına kalıyordu.) Haftada bir gün spora izin var. Yani başkalarıyla birlikte... Ben sporumu kendi başıma, havalandırma bölümünde yapıyorum. (Bu noktada dikkatimi çeken, Balbay’ın geçmiş değil, hala şimdiki zaman ile konuşmaya devam etmesi oluyor.) O bir günde, mesela bir mahkum, uyuşturucu ticaretinden hüküm giymiş, “Abi” dedi, “Ben dışarıda olsam şimdi havuzlu villada yaşıyordum. Yakalandık buradayız işte.” Ya da bir başkası, cinayetten girmiş. Birini öldürmüş, çıkınca da devam edecek. “İşim yarım kaldı, çıkınca biri daha var halledeceğim” diyor. Öyle normal, öyle kanıksamış bir halleri var ki... Yani onlar yaptıklarının karşılığını biliyorlar. Bir kumar oynuyorlar ve kaybettiklerinde yaşayacaklarını biliyorlar, hazırlar buna. Bizimki farklı. Gazeteci olarak işini yapıyorsun ve bir gün, bir bakıyorsun işte bunlar geliyor başına. Ne olduğunu anlamıyorsun, bilmiyorsun, hazır değilsin. Bu fark çok önemli.
Yaklaşık yarım saatin sonunda, 4 çift gülen gözü birbirleriyle baş başa bırakmak üzere kalktım.
Biz vedalaşırken Deniz geldi salondan babasının yanına. Arkasından bacağına sarıldı Balbay’ın.
Kapı kapanırken Deniz’in sesi geliyordu:
- Baba, seni seviyorum.