36 ay = 3 sene!
.
“Ben, eşim ve 13 yaşındaki kızım şu anda birer Balyoz davası mağduruyuz, tıpkı yüzlerce diğer aile gibi. Eşim X, geçen Haziran ayında, üç satırlık imzasız bir belge nedeniyle tutuklandı. Bahsedilen semineri o anda duyduk kısmından mı dem vursam, yoksa hiç haberinin olmadığı bir yazıdan mı?
Malum suçlama nedeniyle aylardır sıkıntı çekiyoruz.
(...)
Sahtelikleri defalarca bilirkişilerce kanıtlanmış bu dijital veriler, hukuk alanında delil bile sayılamayacakken maalesef mahkeme hüküm vermeye gidiyor. Hem de herkese 15 - 20 yıl.
Avukatların ve sanıkların sunduğu hiçbir rapor ve bilirkişi ya da tanık talepleri dikkate alınmadığı gibi, sırf bu yüzden avukatlarda oluşan tepkilerden ötürü mahkemeyi kilitlemekten yine suçlanan avukatlar ve sanıklar oluyor, avukatlar hakkında suç duyurularında bulunuluyor.
(...)
Savcıların Mart ayında açıkladıkları esasa dair mütalaanın ise geçen Temmuz ayında, henüz soruşturma dahi tamamlanmadan, peşin peşin yazıldığı ve ilk çıktısının Ocak ayında alındığı gibi bilgiler nasıl bir durumda olduğumuzu gözler önüne seriyor. En çok dokunan kısmı ne biliyor musunuz?
Eşim Haziran ayında savcılığa çağrıldığında ve takip eden yaklaşık iki ayda tutuklamalar saldırganca yapıldı ama ne zaman ki Ağustos ayının sonlarına geldik, daha sonraki sorgular hep serbest kalmayla sonuçlandı.
Bu kişilerin savunmalarını yapmalarının ardından duruşmalara bile gelmelerine gerek duyulmadı. Hem de delil (!) bakımından hiçbir fark yokken, yine imzasız iki - üç satırlık yazılar...”
***
Balyoz davasında yargılanan bir muvazzaf subayın eşinden gelen bu mektuptan alıntı yapıp, peşinden de şöyle yazmışım: “Evet, elbette hepimiz darbelere, darbecilere karşı olmalıyız.
Evet, elbette hesap sorulmalı darbelerin sorumlularından, gerekirse yargılanmalılar.
Ve tabii, yakın geçmişte yasalara aykırı, darbe hazırlığı faaliyetlerinde bulunanlar için de geçerli olmalı bu durum, evet. Ancak bu hesaplaşma sürecinde birilerinin de çıkıp, ‘bu yargılamanın evrensel hukuk kurallarına uygun ve gerçekten adil olduğu’ konusunda herkesi ikna etmesi gerekmiyor mu?
Bizatihi böyle bir ‘ikna’ gereksiniminin orta yerde duruyor olması bile göz ardı edilemeyecek ciddiyette bir sıkıntının varlığının en somut delili değil midir?”
***
Bu yazının (
http://haber.gazetevatan.com/Haber/447267/4/Yazarlar
) bu köşede yayınlandığı tarih ne biliyor musunuz?
30 Nisan 2012 ! Tam 15 ay önce yani.
***
O günden bu güne ne değişti?
Davada cezalar açıklandı ve şu günlerde Yargıtay’da temyiz duruşmaları sürüyor.
Pekiyi yukarıdaki ‘sanık eşi mektubu’nda dile getirilen (ama sadece TSK mensupları için geçerli olmayan) çaresizlik ve isyana ilişkin ne değişti?
Ve son soru:
O gün altını çizdiğimiz ‘ihtiyaç’ ile ilgili durum ne?
Yani:
“Balyoz ve benzer diğer büyük davalarda ‘yargılamanın evrensel hukuk kurallarına uygun ve gerçekten adil gerçekleştiği’ne kamuoyunun ikna edilmesi” ihtiyacı ve bu noktadan kaynaklanan ‘sıkıntı’ya dair neler değişti?
***
Buraya kadar okuduklarınız, bu köşede 12 Ağustos 2013 tarihinde yayınlandı. Yani 19 ay önce. ( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-561253-yazar-yazisi-balyoz--15-ay-onceki-yazi-ve-bugun/ )
O yazı ile atıfta bulunduğu ilk yazının arasında da 15 ay vardı.
15 + 19 = 36
36 ay. Yani 3 yıl.
Yani sadece o ilk yazının üzerinden bile koskoca 3 sene geçti.
***
Balyoz davası sanıkları 31 Mart 2015’te beraat etmişti.
Mahkeme dün de gerekçeli kararını açıkladı.
O kararın ayrıntılarını VATAN’ın haber sayfalarında bulabilirsiniz.
Okuyun lütfen.
Okuyun ve o günleri, o günlerde kimlerin neler söylediğini, neler yazdığını bir daha düşünün, hatırlayın.
Hatırlayamıyorsanız, açın Google’ı bir bakın.