Zamanla değişir mi?
.
Fars kökenli ve bizim toprakların felsefeci, bilimci ve matematikçisi Biruni’yi, ölüm döşeğinde bir arkadaşı ziyaret eder. Konu gelir dayanır, daha önceki bir konuşmalarına. Be adam soluk soluğasın, ha gittin ha gideceksin, bi dur hele değil mi? Hayır, bu Doğu sesi, coğrafya, tarih ve gök bilimi araştırmacısının merakı orada bile durmaz. Arkadaşının konuyu değiştirme çabasını fark ettiğinde der ki:
‘Bu sorunu bilerek dünyadan ayrılmam mı iyi, yoksa bu konuda bilgi edinmeden gözlerimi dünyaya kapamam mı?’
Bunun üzerine o konuyu etraflıca hatırlayıp düşünmeye başlarlar. Üzerine tartışır ve kendilerince bir noktaya varırlar. Kısa bir süre sonra arkadaşı evden ayrılır. Sonra, çok kısa bir süre sonra ise Biruni’nin ölüm haberi gelir. Bilginin son nefesine karışan araştırma merakı, düşünceyi üstlenme cesareti, gerçeği arama sevdası (gerçeği bulamasa bile o delişmen arama sevdası diye vurgulamak isterim) ise 10. yüzyıldan bize seslenmeye devam eder.
Bu öyküyü Adnan Binyazar’ın bir kitabında (Ağıt Toplumu) okumuştum. Ve o zaman, tam da onun belirttiği gibi zamanın içinde kaybolmamanın ne olduğunu düşünmüştüm. Şimdiki zamanın elimizin altından sürekli olarak çalındığı bir yüzyılda yaşıyor olsak dahi zamanla başa çıkmanın, ya da onunla hareket edebilmenin ne olduğunu yeniden ve yeniden zihnimden geçirmeye çalışmıştım.
Ne mi? Teknoloji ve düşüncede çok hızlı evrilmenin yaşandığı bir zaman diliminden geçerken, kısacası ışık hızı eşliğinde soluk alıp vermeye çalışırken, belki ölüm döşeğindeki bir hasta ruhuyla bir parça durup ‘neydi’ diye hatırlamamız gerekiyor. Neydi sahi? Basit gibi gözüken zor soru!
Öğrendiklerini unutmak
Yine Adnan Binyazar’ın dediklerine referans vererek devam etmek isterim. Biruni tarzında bir hayat görüşüne sahip olan arkadaşı asıl eğitimini okulda öğrendiklerini unutarak gerçekleştirdiğini söylemiş. Bunu neden söylediğini ise anlamakta hiçbirimiz zorlanmıyoruz sanırım. Bugün zamana yenildiğimiz ve ölmeden mezara girmeye niyetlendiğimiz, kısacası tıkandığımız noktaların başında eğitimin insanları bir sürü kıvamında hayata bırakma eğilimi yatıyor. Bu ‘tertip’ ve ‘nizamda’ ise bir süre sonra kendi başına karar verebilen bir insan olabilme şansı çok zor! Ah! Dengesini korkular, olası savaşlar, kuşkular ve ezberden sağlayan bir dünya silah pazarı için ne güzel bir önermedir bu: Ezberci insan.
Yaşamı değil ölümü, öğrenmeyi değil ezberi işaret eden bir hayat diskurundaki o ezberci insan... Evet bu rezil denklem, sıralarda, evlerde başlar ve sonra gelsin çaresizlik, gitsin depresyon... Bu esnada ‘herkes bizi kullanıyor’ kitapları yazanların da iyi para kazanmasına şaşmamak gerekir.
Tekrar soralım neydi?
Bir yaşam koçu edasıyla cevap vermek pahasına da olsa söylemek isterim: Yahu, zamanın her saniyesini kıymetli bir hazine gibi düşünceyle parlatan bir kaptan olmayı göze aldığınız bir yaşamda kim sizi kullanabilir! Kullansa da nereye kadar? Düşünmeyi, anlamayı, algılamayı ve fark etmeyi göze aldığınız bir hayatta, kim, nereye kadar?
***
8 Mart haftasına doğru hızla ilerlerken, Sel Yayınevi’den çıkan şu kitapları alıp okumanızı öneririm:
Toni Morrison (Sula)
Marguerite Duras (Moderato Cantabile)
Sara Ahmed (Feminist Bir Yaşam Sürmek) ve felsefenin mihenk taşı Hannah Arendt (Siyasette Yalan)
Evet, özellikle, Siyasette Yalan. Bir de belki Halkın Çözülüşü (Wendy Brown, Metis).