Şampiy10
Magazin
Gündem

Yüksek Ökçeler

Trafolara meydan okuyan o kendini bilmez kediye ithafımdır...

ABONE OL
Vatan Haber

Ömer Seyfettin edebiyatımızın önemli kalemlerinden biridir. Onun edebiyat potansiyelinin tam olarak sergilenmediğine inananlardan biriyim ama bunun konumuzla pek bir ilgisi yok. O yüzden hemen bir öyküsüne geçmek istiyorum. Ömer Seyfettin’in Yüksek Ökçeler öyküsünü bilir misiniz? Biraz özetleyeyim size:

Hatice Hanım, gençken dul kalmış zengin bir kadındı. On üç yaşındayken altmış yaşında bir kocaya varmış ve evlilik denilen kurumdan nefret etmişti. Merakları arasında temizlik ve namus başı çekerdi.

Köşkünü, çalışanlarıyla parlatır, temizlerdi Hatice Hanım. Hizmetçisi Eleni, evlatlığı Gülter ve aşçısı Bolulu Mehmet’ten çok memnundu. Son derece namusluydu çalışanları. Bu yüzden kileri kilitlemezdi, paraları meydanda dururdu Hatice Hanım’ın. Çalışanlarıyla gurur duyardı.

Bu durum bir baş dönmesi vakasıyla Hatice Hanım yataklara düşünceye kadar devam etti... İşin aslı şuydu: Hatice Hanım’ın temizlik ve namus merakından başka bir de yüksek ökçe merakı vardı. Boyunun kısalığını kapatmak için köşkün içinde de bir karışa yakın ökçeli ayakkabılar giyerdi. Onlarla merdivenleri takır takır iner, ayağı burkulmadan bir aşağı, bir yukarı koşar dururdu. Hasıl olan baş dönmesinin nedeni de buydu. Doktoru ona şu önerilerde bulundu:

‘Bütün rahatsızlığınıza sebep bu ökçelerdir hanımefendi, onları çıkarın. Rahat, yünden, yumuşak bir terlik giyin. Hiçbir şeyiniz kalmaz.’

Hatice Hanım, tavsiyeye uydu ve yüksek ökçeler yerine yün terlikler giymeye başladı. Tombul bedeni nihayet huzura ermişti! Fakat o da ne? Tam vücudu rahat edecekti ki başka bir şeyler oldu. Dokuz senelik çalışanlarının iki gün içinde birdenbire ahlakları bozuluvermişti! Eleni’yi kendi diş fırçasıyla dişini fırçalarken, Gülter’i kilerde reçel kavanozunu boşaltırken görmüş, Mehmet’i bir sahan külbastıyı yerken yakalamıştı. Başladı kendi kendine konuşmaya:

‘Ne oldu bunlara Yarabbim?’

İşi bozan neymiş meğer

Bir hafta içinde çalışanlarının tonlarca hırsızlığına, yolsuzluğuna tanık oldu. Sonunda her tarafı kilitlemeye karar verdi. Bir yandan da kendi kendine konuşmaya devam ediyordu:

‘Bakalım şimdi ne çalacaklar?’

Hakikaten çalınacak hiçbir şey kalmamıştı, içi rahattı. Bu yüzden ertesi gün biraz geç kalktı. Aşağıya mutfağa indi. Gözleri aralık kapıya ilişince, az daha nefesi duracaktı. Mehmet, ocağın başındaki kısa iskemleye çökmüş, bir dizine Eleni’yi, bir dizine Gülter’i oturtmuş, kalın kollarını ikisinin bellerine dolamıştı. Hatice Hanım, bu rezaleti görmemek için hemen gözlerini kapattı. Fakat konuşulanları duymazlıktan gelemedi. Neler neler duydu, duymaması gereken. Ne diyordu Gülter böyle?

‘Ah o terlikler! Her işimizi bozdu. Hanımın geldiği hiç duyulmuyor. Ne yapsak yakalanıyoruz. Eskiden ne iyiydi.’

Konuşma uzadıkça, kendi göremediği başka rezaletlerin hikâyelerini işitiyordu Hatice Hanım. Dayanamadı ve üçünü de o anda işten kovdu!

‘Sizi alçak, hırsız, namussuzlar! Defolun şimdi evimden!’

Ancak gelin görün ki iş burada bitmedi. Bu üçünden sonra eve kimi aldıysa hepsinde aynı şeylere tanık oldu; hemen hepsine sinmişti bu sahtekârlık hâli!

Üzüntüsünden zayıflıyor, sararıp soluyordu Hatice Hanım. Baktı olmayacak! Yine yüksek ökçeli ayakkabılarını giydi.

Oh! Hayat böyle çok güzeldi. Gerçi yine başı dönmeye başlamıştı. Ama işler yolundaydı. Bu yüzden doktora da gitmedi.

‘Hiç olmazsa şimdi yüreğim rahat ya’ deyip duruyordu.

***


Bugüne dair soru ise şudur: Hatice Hanım 30 Mart’ta oyunu sizce kime verirdi?

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Tek perdelik
  2. Cumhuriyet Bayramı
  3. Yaşlanmak ve yaşlılık
  4. Milyonlarca Yıldız
  5. Çöküşler
  6. Biri serbest mi dediniz?
  7. Tecavüzcü
  8. Cinsel şiddet
  9. Af
  10. Başka başka konular

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.