Yeter ki kararmasın
.
Onat Kutlar aramızdan ayrılalı nice mevsim geçti. Zaman zaman Kutlar’ın bize anlattıklarını dönüp okurum. Yaşadığımız bu coğrafya öfkeli zamanlardan geçerken onun bildiğimiz dinginliğine yaslanmak isterim. Düşünüp dururum o sakinliği. Yaşamı ve kurguyu, gerçeği ve düşü geçiririm aklımdan. İshak’ı, İshak’ın içinden geçen Kül Kuşları’nı, Horozlar’ı, Çatı’yı.
İshak onun TDK (Türk Dil Kurumu) Ödülü’nü kazanmış öykü kitabının adıdır. Denemelerindeki yalın ve bilge dil, öykülerinde daha katmanlı, şiirsel bir evreye geçmiştir. Şu ara, şiirsiz ve gürültü dolu günlerden geçerken aklıma düşüvermesi elbette bir tesadüf sayılmamalı! O ya da bu şekilde şiddeti öngören gündelik eylemler ve cümleler arasından kayıp, tası tarağı toplayıp onun anlattığı İshak’taki ‘o’ yere gitmek isterim.
‘...Yıllardır buraya gelirim. Ne zaman bir bahar günü o esinti, sessiz tilkiler gibi otların tepelerini karartıp geçtiğinde yüreğimde bir güvensizlik büyüse, kalkar buraya gelirim. Ne zaman yağmurların yağmayacağından, toprağa dökülen buğdayların tuzlu kumlar arasına sığışıp sessizce öleceklerinden, arkalarında ağaçların boz kemiklerinden başka hiçbir şey bırakmayan o korkunç çekirge sürülerinden ve zaman zaman tepeme binen sebepsiz cinayet isteğinden korksam, kalkar buraya gelirim...’
Yeter ki Kararmasın adlı kitabında mektupları vardır Onat Kutlar’ın. Sanki İshak’ta anlattığı o yerden bilinmez başka yerlerdeki, bilinmez okurlara yazılmıştır. Sanki ‘umudunuzu hiç yitirmeyin’ der gibidir. Sanki, yıllarca sonra bulunacak şişedeki sırlar gibidir, sırrı. 15 Ocak 1983 tarihli ‘Balyoz ve Özgürlük’ adlı mektubunda Yugoslav yönetmen Aleksandar İliç’in bir filmden bahseder. Film yalın bir öyküyü anlatır.
Bir bant vardır filmde, bandın etrafında da kadınlar. Bir civciv fabrikasını anlatır film; bozuk ve ölü civcivler bandın etrafındaki seçici kadınlar tarafından ayrıştırılırlar. Sarı, sağlam civcivler akar gider bandın üzerinde. Bozuklarsa çöpe atılır. Bu kez ise durum biraz farklıdır. Karşımızda, bandın üzerinde bir kara civciv vardır. Sağlamdır sağlam olmasına ama bir yanlış üretimdir ‘kara civciv.’ Neden derseniz, kurala uygun değildir!
‘Acımasız bir el iterek bant üzerinde bırakır onu. Yürüyen bant, civcivi uçuruma götürmektedir. Geriye doğru hızla koşar civciv. Kurtulmak için. Eller yeniden iter onu. Sen kuralları bozuyorsun. Git... Bu umutsuz çaba, küçük civciv yumurta kabukları ile birlikte varile düşünceye kadar sürer. Sonra üstüne, düzenli aralıklarla işleyen bir balyoz iner. Varilde çok yer kaplamasın diye.’
Kara civcivin çöpe gitmemek için sarf ettiği çaba sonuçsuz kalmıştır. Sanırsınız ki orası kara civcivin sonudur. ‘Belliydi’ der umutsuzluğa kapılırsınız. Farklı olmanın, kuralları değiştirmeyi istemenin olanaksızlığını, yitmeyi, kaybolmayı düşünürsünüz. Yaşamla şansın kurduğu dengeyi, dengesizliği, kaderi. ‘Biliyordum’ dersiniz. ‘Farklı olmak’ seçeneksizliktir, talihsizliktir, öyledir, böyledir.
Oysa... Film böyle bitmez... Onat Kutlar bize müjdeler:
‘Filmin sonu umutsuz değil. Avluda, arabalara yüklenmek için bekletilen varillerden birinde kimsenin fark etmediği bir kıpırtı. Kara civciv, yumurta kabuklarının arasından başını çıkarır. Atlar varilden ve güneşe uzanan aydınlık bir yolda koşmaya başlar. Düş mü gerçek mi, kim bilir ?’
Onat Kutlar’ı sevgiyle anarken, onun gibi iyi kalpli insanların dünyaya verdiği umudu da düşünüyorum ve o zaman hiçbir şeyin boşa gitmediğini bir kez daha anlıyorum.
‘Her şey çözülür,’ demişti Kutlar İshak’ta. Öyle olsun.