Yalnızca yaşamak, hiç kaçış olmadan
.
Cevat Çapan’ın bizlere tanıttığı nice şairden biridir Brezilyalı ozan Carlos Drummond De Andrade. Yukardaki satırın yer aldığı ‘Dünyayı Taşıyor Omuzların’ şiirinde artık yaşlanmış bir adamın yaşamdan beklentisiz ama bir o kadar da sakin nefes alıp verişini anlatır bize. Kadınların boşuna kapıyı çalmalarından bahseder (‘açmazsın’ der), ‘tek başınasındır, ışıklar söndürülmüş ve karanlıkta parlar kocaman gözlerin.’ Böylesi bir ‘gösteriyi’ acımasız bulanların ölmeyi yeğleyeceklerini de söyler. Dahasını da: ‘Bir gün ölüm gelir ölüm de işe yaramaz, bir gün gelir bir komut olur yaşamak.’ Ancak dediğim gibi hiç kaçış olmayan bir yaşamdır da bu. Tümüyle ‘anlamış’ olmanın rahatlığı, belki de:
‘Kimin umurunda yaşlanmak, yaşlanmak nedir ki?
Dünyayı taşıyor omuzların
Ve bir çocuğun elinden daha hafif dünya.’
***
Cevat Hoca’yı ne zaman görsem, hiç yaşlanmayan gözlerinde, çokçok yaşam yaşamışlığın coşkusunu da görürüm. O, ‘yaşamın sırrına ermiş’ gibi hem yaşlıdır hem de hiç yaşlanmamaktadır. Böylesi tuhaf bir denklemin içerisinden kim bilir kaç kez yaşlanmış bir insanın çehresiyle bakar size. Olup bitenlerin tekdüzeliğine, muzip, derin ve bilgece.
Onu ilk kez ‘Değişen Tiyatro’ (Metis) kitabı ile tanıdım. İngiliz Tiyatrosu’nun oyun dilinin dönüşümünü aktardığı bu çalışmasında uzmanlık alanı olan tiyatro tarihine farklı bir gözle bakmamıza yardımcı oluyordu Cevat Çapan. Ardından Cumhuriyet’teki şiir çevirileriyle pekişti bu tanışıklık. Şiirlerini tanımam ise çok daha geç bir tarihin konusu ve elbette kişisel ayıbım olsa gerek.
Onu ne zaman sevmeye başladığım ise başka bir buluşmanın esasına dayalı.
Yıllar önce bir tiyatro dersinin konuklarından biri olarak karşımıza çıkmış, bizlere anlatmış, durmadan anlatmış ve sonunda ‘evet şimdi sizin sorularınızı dinleyeyim’ demişti. Ezberden başka kalkanı olmayan bir kuşağa söylenilmemesi gereken bir cümleydi bu. Salondan çıt çıkmıyordu. Sorusuzduk. Sorusuz bir gençlik ise bitmiş bir gelecek demekti. Bunu o da biz de çok iyi biliyorduk aslında. En azından bir kısmımız. Yıllar sonra bunun bir toplum için nelere mal olabileceğini de. ‘Okurken’ cahil kalmanın tarifsiz bir başka cehalet olduğunu ve bu türden bir cehaletin, korkuları nasıl pekiştireceğini de. Saçma bir geleceğin, şimdiki zamanın suskunluğu ile nasıl harçlanabileceğini de. Dediğim gibi en azından bir kısmımız bunu o gün bir kez daha anlamış ve yakın gelecekte tutulabileceğimiz kısırdöngü fırtınasının ipuçlarını çok net hissetmişti.
Cevat Hoca, koca salondan çıt çıkmayınca ‘ben böyle sorgusuz sualsiz toplulukları çok severim’ diyerek nazikçe bizleri protesto etmişti. Oysa bizler, zamanın doğal akışını reddederek, çoktan yaşlanmıştık! Karamsar olmak açısından değil, gerçekçi olmak açısından söylemekte fayda var: Belki de ölmüştük de, henüz haberimiz yoktu! (Zamanla insan daha iyi anlıyor). Besbelli, yine onun çevirisiyle tanıdığımız Polonyalı şair Czeslaw Milosz’un ‘Mutlu Bir Hayat’ şiirinde bahsettiği gibi ‘bereketli hasatların olduğu yıllara’ rastlamayacaktı yaşlılığımız. Depremler, kuraklık, sel baskınları ve lavlar ve çeşit çeşit savaşlar, kasırgalar, iç çatışmalar, savaşlar eksik olmayacaktı yeryüzünden. Yenilenmiş bir dünya olmayacaktı, dünyanın adı. Eski ve köhne, kavanoz dipli ve kahpeydi bağlar, kasabalar, kıyılar. Ya içimiz, iç dünyalarımız? (Ben de bunu sizlerden dinlemek isterim aslında!)
Yine de karamsar olmanın alemi yok.
İnsanların gençliğini yaşamayıp hemen yaşlandığı bir ülkede, sorusuzluk ve eleştirisizliğin tavan yaptığı bir süreçte hâlâ şaşırabiliyorsak, bunun nedeni biraz ruhumuzun rüzgârları biraz da bu rüzgârları pekiştiren şiirlerden olsa gerek. Sırf bunun için bile Cevat Çapan’a minnettarız. Yaşam şiirindeki tılsımını, yazdıklarından ve dilimize aktardıklarından hiç esirgemediği, bizleri bizlerle buluşturduğu ve bundan hiç vazgeçmediği için. Ne büyük bir çaba, ne büyük bir yaşam tutkusu!
Bu yılki Erdal Öz Edebiyat Ödülü Cevat Çapan’ın!
Edebiyatımızın bu tutkulu emekçisine sevgiyle, saygıyla.