Vicdan Zorbalığa Karşı
.
Can Yayınları’ndan yeni bir kitap çıktı. Çok sevdiğim bir yazar olan Stefan Zweig’ın vicdanlara seslenen bir yapıtı bu. Zehra Kurttekin’in çevirisiyle dilimize kazandırılmış. ‘Amok Koşucusu’ ve ‘Satranç’ adlı kitaplarıyla da tanıdığımız Zweig, bu kitabıyla okuru 16. yüzyıla götürüyor ve bizleri öncelikle Serveto, sonrasında ise Castellio’yla tanıştırıyor.
Vicdan adına
İspanyol din insanı Miguel Serveto, resmî öğretiye ters düşen görüşlere sahip birisi. Bunun sonucunda da hem Protestanlar hem de Katolikler onu lanetliyorlar; çünkü Serveto’nun nihai hedefi din değil vicdan. Böyle olunca da işler karışıyor. Serveto’nun 1553’te Cenevre’de yakılmasına karar veriliyor!
Ha bir de Calvin var elbette. Tüm bu olup bitenlerin arkasındaki güç. Tanrı’nın adını kılıftan kılıfa sokarak kendi egosunu her tarafa dayatmaya çalışan bir Calvin bu. Tüm yaşam alanlarına müdahale ediyor. Tam bir zorba. En ufak bir karşıt görüşe, farklı bakış açısına tahammülü yok. Bu yüzden de Serveto’ya yapmadığını bırakmıyor. Elbette çok da destekleyeni var bu Calvin’in. Malum, güç böyle bir şey. Temel varlığını, vicdanın sesine kulak verenlerden değil, güce tapanlardan alıyor.
Castellio
İşte tam da bu sırada karşımıza çıkıyor Sebastian Castellio, bir Fransız din insanı. O da Serveto gibi vicdana inanan biri. Bu yüzden de zorba Calvin’in din, insanlık ve vicdan konusundaki takıntılarına meydan okuyor. Hür vicdan adına karşısına dikiliyor Calvin’in. Dinin araçsallaştırılmasına karşı çıkıyor. Mutlak otoriteye de. Üstelik tek başına. Hiç kimseyi beklemeksizin. Sesinin, iradesinin yettiği yere kadar direniyor. Tüm insanlığın kaderini sonsuza kadar değiştiremiyor elbette. Zaten bu pek mümkün değil.
Neden derseniz...
Tam da burada Zweig’ın bize hatırlattıklarını akılda tutmak önemli: Tarih, med ve cezirlerden, bitimsiz iniş ve çıkışlardan oluşur. Zorbalık, sürekli olarak başka maskelerle karşımıza çıkar. Bu yüzden de elde edilmiş hiçbir hak bütün zamanlar için geçerli değildir. Tıpkı hiçbir özgürlüğün güvence altında olmadığı gibi.
Sanırım bu noktada biz insanlara düşen, rahatımıza düşkün olmamak. Dahası, tarihin bu iniş çıkışları karşısında tedbirli ve dikkatli olmak. Ve şunu unutmamak: Tarihin kendine çizdiği yolda her zaman ama her zaman zorbacı yola o ya da bu şekilde sapan Calvin’ler olacak. Koşullar tiranlık cehennemine göz kırpabilecek, vicdanlarda yozlaşma yaşanacak. Kaba kuvvet devreye girecek. Farklı fikirler tek kalıba sokulmaya çalışılacak. Akla ve vicdana karşı savaş açılacak. Şiddet kaçınılmaz hâle gelecek. Ama buna karşın her zaman Serveto’lar ve Castellio’lar da olacak.
Bu noktada sözü tamamen Zweig’a bırakmak istiyorum:
‘Çünkü her yeni doğan insanla birlikte yeni bir vicdan doğar ve daima birileri çıkıp insanlığın vazgeçilmez hakları uğruna eski kavgaya yeniden tutuşması gerektiğini hatırlar.’
Almanya’daki nasyonal sosyalizm döneminde yayımlanmıştı ‘Vicdan Zorbalığa Karşı‘. Hiç kuşku yok ki Zweig’ın diktatörlük rejimine yönelttiği bir eleştiri olarak da okunabilir. Bunun insan ve insanlık üzerindeki ‘evrensel’ yaralarının ne olduğunu keşfedebilmeniz, belki de hatırlayabilmeniz için okumanızı öneririm.