Uzak diyarlar
.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Soma’yla ilgili çarşamba günkü basın toplantısını izliyorum. Hiç kuşku yok ki Arınç’ın üslubu, insanı oturduğu koltukta durduk yere zıplatmıyor, ruhunu germiyor, sinirlerini bir anda tepesine çıkartmıyor. Bu açıdan kendisine minnettarım ancak aynı üslup Soma’da değil de uzak diyarlarda patlamış bir madenin konu edildiği izlenimini de verebiliyor insana. ‘Alınacak önlemler’ falan denirken olayın Türkiye’de değil de başka bir güneş sisteminde, henüz keşfedilmemiş bir gezegende geçtiği kanısına kapılıyorum.
Aynı ülkeden mi bahsediyoruz sahi? Şu taşeronlaştırma ve özelleştirme konusunda rant ayarlı o ülke değil mi burası?
İşçilik ve üretim maliyetlerinin azaltılması konusunda geliştirilen politikalara bilerek göz yumulan, dahası bunların meşrulaşmasına katkı sağlanan aynı Türkiye’den mi bahsediyoruz?
Ne tuhaf! Aynı kanıya bazen Cumhurbaşkanımız konuşurken de kapılıyorum. Hatta bazı bakanlarımız, kimi valilerimiz... Bu bahsettikleri ülke güzel bir yer olmalı diyorum. Herhâlde orası özgür bir yerdir diye düşünüyorum. İnsanların özgürleşmesine olanak sağlayan bir ülke... Oraya turistik bir gezi düzenlemeli diye de içimden geçmiyor değil.
Kimi resmi açıklamalar ve özgürlük hâllerimiz
Özgürlük ve özgürleşmek deyince burada durmak istiyorum bir müddet. Resmi açıklamaları bir yana bıraktığımızda ne zamandır nefessiz kaldığımız bir yer burası çünkü.
Ne kadar özgürsünüz, bilemiyorum. Belki evinizde özgürsünüzdür. Ancak beni ilgilendiren asıl soru şu: Siyasal olarak Türkiye’de özgür müsünüz?
Kısacası, özgürlüğün izlediği yol nedir? Toplumsal olarak özgürlüğü hissedemediğimiz müddetçe kişisel özgürlüğümüzün gerçekliğinden bahsedebilir miyiz?
Cenazeye gitmiş ve orada vurulmuş bir insanımızın cansız bedeninden bizlere özgürlük olarak yansıyan nedir?
Kısacası, aynı mekânı (Türkiye) paylaştığımız başka insanların özgürlüğü kısıtlanıyor ve tehdit altındaysa topyekûn bir toplum olarak kısıtlanıyor ve özgürlüklerimiz tehdit altına alınıyor demek değil midir?
Başka bir deyişle, Türkiye’deki kamusal alan insanların özgürlüklerini değil tutsaklıklarını ifade eder hâle geldiyse, o tutsaklık bütün topluma ve insanlara sirayet etmez mi?
Türkiye’de hemen hiçbir zaman bir toplum olarak yaşayamadığımız o özgürlük hâlinden bahsediyorum sizlere. Yani, ‘siyaseten var edilecek ve hemen herkesi kapsayacak bir kamusal alan söz konusu değilse ne özgürlük vardır ne de özgürleşme’ demek istiyorum. Dahası, şunu ifade etmeye çalışıyorum: Özgürleşme dünyevi kılınamadığı müddetçe tutsaklık ve zorbalık bir toplumun hemen her yerine nüfuz eder. Özellikle şu günlerde dayatılmaya çalışılanın tersine, siyaset azaldıkça özgürlük artmaz; çünkü siyasi yaşamın temel prensibi özgürlüktür. Ve özgürlüğün temelde odaklanması gereken yer kamusal alanın ta kendisidir. Yani şimdilerde güvenlik güçlerinin vatandaş üzerinde ahkâm kestiği o yerler var ya, işte oralar... İşte tam da oralar hep birlikte tutsak düştüğümüz yerlerdir. Gençler, yaşlılar, madenciler, kadınlar, işçiler, öğrenciler, çocuklar, hatta çocuklar... Birbirimizi tanımamıza gerek bile yok. Birbirimize yakınlık duymamıza da. Nasılsa biz birbirimizin yedi göbek tutsaklık akrabası, aynı yolun ‘yerli’ yolcusuyuz.
Bakmayın siz kendinizi birer turist gibi hissettiğiniz o resmi, güzel açıklamalara.