Terziler
.
“Kuzguncuk İskelesi’nde o kadına rastlıyorum. Kedileri besliyor. Siz ölmemiş miydiniz? Sabahlığının yakasıyla, buruşmaya yüz tutmuş gerdanını örtmeye çalıştı. Ben terziyim aslında diyor. Günlerin kenar çizgilerini teyelleyerek dünyadaki zamanımı uzatmaya çalışıyorum. Küçümseyen bir gülüşle yüzüme baktı. Biliyor musun, hepiniz aptalsınız. Şu kediler kadar bile yaşamayı beceremiyorsunuz.”
Bu satırlar 2013 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazanan Neslihan Önderoğlu‘nun “İçeri Girmez miydiniz?“ isimli öykü kitabından. Önderoğlu, Düşbozumu öyküsünde ‘acılardan, gerginlik ve mücadeleden arınmış bir toplum yaratacağız‘ diye boynu bükük bir cümleye yer veriyor. O cümleyi okurken sözcükler kadar o sözcüklerin tınısı da dudaklarımda buruk bir tebessüm bırakıyor. Besbelli Neslihan’ın da sözünü etmek istediği hemen hepimizin yaşadığı ‘aynı bozgunla‘ ilintili.
Aynı bozgun deyince, okur mektuplarından da takip edebildiğim kadarıyla, sürekli olarak ‘siz geçmişi özleyen Türkler, siz Kemalistler, siz Beyaz Türkler, siz düzenbozucular, siz kaybedenler vb.’ diye şimdiki zamanın sert, otomatiğe bağlanmış cümlelerini duyar gibi oluyorum. Kabadayılanarak sarf edilen o imzasız cümlelerin sahiplerini, öfke bulutlarının içerisinde gözümde canlandırmaya çabalıyorum. Boş. Oysa ki bozgundan kastedilebilecek olanın insanlık adına yitirme tehdidi altında olduklarımız fikri, kendine ‘çoğunluk‘ sıfatını atfedenlerin aklına nedense hiç gelmiyor. Etiketleyerek kurtulmak, damgalayarak kendine mekân sağlamak, karşısındakini ezberlerin içerisinden tanımlamak en kolayı çünkü. İşin tuhafı, bu hep böyleydi. İktidarın temel varoluş nedeniydi bu ve şimdi de öyle. Dolayısıyla ‘aynı bozgun’, çok benzer bir ritimle, neredeyse aynı renk ve coşkuyla devam ediyor!
Kendi gibi olmayanın sıfatları
Kayseri’deki bir arkadaşım anlattı. Ali İsmail Korkmaz ‘ın mahkemesinin olduğu gün... Bilet alırken gişedeki memur, “Güzelim Kayseri bugün terörist dolu“ demiş. Kızmadım. Daha doğrusu kızamadım. Sadece şunu düşündüm: Burası sözün bittiği yerdir işte. Ama insanlık adına sözün bittiği yerdir diye günlerin kenar çizgilerini yaşama eklemekten vazgeçecek falan değiliz. O çocuğun nasıl ve hangi koşullarda öldürüldüğünü bu ülkede bilen biliyor. En reddedenler bile.
Neslihan Önderoğlu kitabını “Hayatın yazarak düzeleceğine beni inandırdığın için“ diye imzalayıp göndermişti. Ben de onun kitabını, aynı hayatın yazarak, okuyarak ve paylaşarak değişeceğine, hem de gerçekten değişeceğine inanarak okudum. Alakarga Yayınevi’nden çıkan bu kitabı okumanızı öneririm.
Gişedeki Kayserili memur bey, sözüm en çok size. Aynı televizyon kanallarına, ezber cümlelerle beyin yıkayan gazetelere, korkulara, korkular yüzünden sarıldığınız fikirlere, çok değil, birazcık ara verin. Başka bir şeylere bakın. Kayseri böyle çok daha güzel olacaktır. Siz de.