Tepenin Ardı
.
Yönetmenliğini Emin Alper’in yaptığı bir film Tepenin Ardı. Hiçbir şeyin sarkmadığı usta işi bir kurgu ve iyi oyunculuk mevcut filmde ama bunun çok daha ötesi var. Farklı bir dekorda, bambaşka bir atmosferde bu coğrafyada yaşayanların en temel sorunlarından birini işliyor film: içimizdeki düşmanı. Daha doğrusu içimizdeki korkuyu. O korku ya da düşmanlık hissinin, içimizde bilenenlerle nasıl da ‘gerçek’ kılınabileceğini, insanın ve etrafındakilerin bir yerden sonra bir tür akıl tutulmasıyla buna nasıl da ‘koşulsuzca’ ya da ‘öyle işine geldiği için’ inanabileceğini anlatıyor.
Kahramanımız Faik Bey, hemen hepinizin tanıdığı bir tip. Temel çelişkisi olan ‘kendinden başkasına tahammül edememe’ hali, tepenin ardındaki yörüklerle somutlaşmış biri. Eninde sonunda bu çelişki, filmin bütün kahramanlarına şu ya da bu şekilde siniyor.
Filmin konusunun daha fazla anlatmak istemiyorum. Bu ilginç serüvene bizzat tanıklık etmenizi isteyebilirim sadece.
Buna karşılık, film bana başka bir noktayı düşünmemiz açısından ışık tuttu, belki onu paylaşabilirim sizlerle. Şu günlerde, Türkler ve Kürtlerle ilgili yeni bir açılımın tartışıldığı ülkemizde nerelere, ne şekilde sarılarak ‘mantık’ ürettiğimizi ve o ürettiğimiz mantığın aslında bizlerin yaşama sıkışıp kalmış ‘çelişkilerinden’ nasıl da beslendiğini göstermesi açısından zamanlaması mükemmel bir film Tepenin Ardı. Hemen belirteyim siyasal bir film olarak asla okunmamalı ama insanın kendini yaşam içerisinde nasıl ‘var ettiği’ ve bu var edişin ‘takıntılardan’ nasıl beslendiğini göstermesi açısından da seyredilmeli ve üzerinde düşünülmeli derim.
Seyrederken, bir noktada, şimdilerde yaşadığımız siyasal hengameye nasıl da makul bir cevap verebildiğini düşündüm filmin. Yaraların yeni yaralarla sarılamayacağını, kendi içimizdeki düşmanın en çok bizleri yok etmeye meylettiğini vb.
Olur a filme gitmeye zamanınız olursa lütfen oradaki Zafer karakterine dikkatlice bakın. Askerden yeni dönmüş, arkadaşlarını çatışmada yitirmiş bir gencin nasıl savrulabileceğini, hiçbir şeyin dışardan göründüğü gibi olmadığını, olmayacağını çok net fark edeceksiniz. Belki o zaman savaşmanın insan bünyesi için doğal ama yaşamı idame ettirmek için bir engel teşkil ettiğini; barışı inşa etmenin ilk önce içimizdeki düşmanla barışmak olduğunu daha net seçebileceksiniz.
Düşmanı tepelerin ötesinde, kırsalda, ekranda, monitörde, retoriklerde, kahramanlık türkü ve şiirlerinde, resmi tarih algısında aramak en kolayı. Zor olanı ruhumuzdaki düşmanı fark edebilmek. Zor çünkü orası çözüldüğümüz yer... Zor, çünkü hep bu ‘korunaklı’ savaş dürtüsüyle büyümüşüz. Düşmanlar gelecek ve her şeyimizi elimizden alacak refleksiyle! Zor işte, zor. Ancak yine orası iç barışımızın başlayabileceği yegâne yer. Orayı bulursak, oranın kodlarını çözebilirsek dünyanın her yerinde barışı inşa edebiliriz.
Tepenin Ardı’nı seyredin...