Sevinç!
.
Böyle bir başlıkla başlayalım bugünkü yazıya. Ustamız Murathan Mungan’ın ‘Solak Defterler’ şiir kitabındaki bu kısacık şiirin satırları da ona eşlik etsin: ‘Gün nasıl çınlarsa bir çocuğun körpe sesinde!’ diye.
Bu kadarcık.
***
Ben ona bir hastane koridorunda rastladım. Ertesi gün 23 Nisan’dı ve çocuklara bayram veren o güzelim ülkede yaşıyorduk. Çocuklara bayram vermesine rağmen, çocuklardan çocukluklarını en erken çalan ülkeydi de burası. Bir anlığına bu abis (ve abes) çelişkiyi unutup hastane koridorunda birbirimize bakakaldık. Daha doğrusu benim bakışlarım onun incecik bedeninde, köksüzmüş gibi yerçekimine doğru salınan bacaklarında kaldı; onun aklıysa anne kucağındaki şefkat ve annenin elindeki cep telefonuyla ona seyrettirdiği bol sesli çizgi film faslındaydı.
Annenin eli, bunun için bir sözcük aranırsa, özendi. Genç kadın eli, belli ki yorgun, belli ki zaman zaman kadere küs, ama evlat sevgisi dendiğinde ‘orada, hemen şimdi’ydi.
‘Çok mu acıttılar evladımın canını’ derken, bebek ellerin birine yapıştırılmış olan iğne kalıntısını da aynı sıcaklıkla okşuyor, konuşamayan bir çocuğun dili, o çocuk dilindeki kısa cümleleri, kopuk paragrafları oluyordu.
Derken koridorun ucunda baba belirdi. Öyle ya, koridorun ucundan bu zayıf dal parçasına bu kadar sıcak başka kim bakabilirdi? Çocuk annenin kucağında kıpırdadı; bir baba-kız ilişkisi için en güzel anlardan sayabileceğim bir biçimde incecik bileklerini ve özellikle de başını, güneşe dönen boynu bükük bir ayçiçeği gibi gencecik adama uzattı. Bu kıymeti neresine bastıracağını bilemeyen baba, bu narinden narin bedeni, paha biçilmez bir yumuşaklıkla kucağına aldı.
O anda bitkin anne, genç baba ve tanımsız kız çocuğu adlı fotoğrafın bendeki adı oldular.
Sonra çocuk, bu birbirini tamamlayan çift, kendisine ne dediyse, öyle bir sevinç çığlığı attı ki koridorda; değil ben, o ana kadar orada öylece duran diğer hasta yakınları, hemşireler, tepemizdeki sosyetiklikle avamlık arasında gidip gelen ve bu usulde etrafa ışık dalgaları yayan floresan düzeneği, cep harçlıklarına alışmış diğerleri, aşağıda park yerinde birbirini yiyenler, zenginler, fakirler, ameliyathanedeki solunum cihazları, ekâbir sekreterler, umutsuz vakalar, umudu kendinde saklı hastalar, hastalık hastaları, hiçbir zaman ölmeyeceğini sananlar ve dahi tabldottaki somon, hastanenin dışındaki arsız kornalar, dalgın stajyerler, hayalperest öğrenciler, ah ulan ah şimdi yurtdışında çalışmak vardı deyip hakkının yendiğini düşünen doktorlar, hastanenin duvarlarına asılmış yeteneksiz ama torpilli bir ressamın elinden çıktığı belli olan peyzajlar... Durup baktılar! Baktık. Bu nasıl bir sevinçti ya! Birbirine yakın gözlerdeki nasıl bir umuttu. Bedeninde taşıdığı bütün engellere rağmen, bu cesur çocuğunki neydi, nasıl bir sesti...
***
O gün kısa bir süre sonra akademisyenlerin tutuksuz yargılanacağını öğrendik. Aklımızda, 23 Nisan’da kürsüye çıkıp unutulan şiir dizeleri, aklımızda delişmen çocukluk, aklımızda hiç unutmayacaklarımız, büyük sözler karşısındaki gevrek kahkahalarımız.
Gün nasıl çınlarsa körpe bir çocuğun sesinde! Öyle.