Sev kardeşim, korkma!
.
Bir grup güzeller güzeli çocukla Zoran Drvenkar’ın ‘Kısa Pantolonlular Çetesi’ adlı o müthiş kitabını okuyoruz. Kanada’nın buz hokeyine takmış ücra bir kasabasında dört kahramanın üzerinden anlatılan bu bıçkın öyküde, hemen hepimiz büyük bir hortumda okulun tümden nasıl uçup gittiği ile ilgili bölüme özel bir ilgi besliyoruz. Olay şöyle gelişiyor: Bizim dört kafadar, o sırada beden eğitimi dersinde bulunan diğer çocuklarla birlikte neredeyse yerin altındaki bir salonda oldukları için yara bere almadan kurtuluyorlar. Merdivenleri tırmanıyor, okulun birinci koridoruna çıkacaklarını umdukları kapıyı açıyor ve birden kendilerini haylaz bir tipinin ortasında, okulun kurulduğu tepenin çıplaklığında buluyorlar. ‘Okul’ binasının tümden uçtuğunu görmeleri onlarda tam bir şok etkisi yaratıyor. Yokluk bu.
Dediğim gibi, biz okurlar olarak, neredeyse 7’den 70’e, hepimizin en çok ilgilendiği bir bölüm burası! Herkesin yoklukla ya da alışkın olduğunu yitirmekle kurduğu bir ilişki anı da denebilir buna. Kimi için o sabah kalktığında akvaryumdaki balığını cansız bulması söz konusu, kimi için anne baba ayrılıkları. Kimi ise yabancı bir ülkede uyanılan o tuhaf ilk sabah diye özetliyor bunu. Bereket, daha büyük kırılmalar yok hayatlarında. Bundan böyle hiç de olmasın diye temenni ediyorum. Ama bir yandan da Drvenkar’ın sözleri geçiyor aklımdan: ‘Hayat çılgın bir şey.’
Evet hayat çılgın bir şey, her anlamda.
***
Cumhuriyet Bayramı yaklaşırken bir bandoya rastlıyorum. ‘Sev Kardeşim’ çalıyor. Bir 29 Ekim eşiği bandosunun bu şarkıyı çalması karşısında çok heyecanlanıyorum. O zaman Zoran Drvenkar’ın biz okurları tuhaf bir maceraya davet ettiği kitabını bir nevi tersten okumaya başlıyorum. Yokluktan varlığa gidiş öyküsü biçiminde bir kurgu düşlüyorum o zaman.
Sev Kardeşim, rap rap yürüyen gencecik askerlerin, bam bam diye zillerden çıkan ürkütücü seslerin, heytt biçimindeki kahramanlık fasıllarının ötesinde Cumhuriyet özelinde başka bir varlığa dikkat çekiyor. Cumhuriyet ve çok daha ötesini söylüyor. Sevmeyi ve kardeş olabilmeyi hatırlatıyor. Tüm bunların aşabileceği sınırları da.
29 Ekim eşiğindeki bir bandonun Sev Kardeşim’i, nefretle yaşamayı bize öğretenlere ve üçkağıtçılığı başarı, sadece kendi hakkı için bangır bangır bağırmayı ifade özgürlüğü sayan ve düşünmekten delicesine korkan bir topluma, nicedir unuttuğumuz ve yokluğunda kavrulduğumuz bir şeyi hatırlatıyor: Sevmeyi ve kardeşliği.
Kısaca bu çılgın hayatta bambaşka bir varlık olma şansını.
Bugün bir de Şenay’dan dinleyin onu (Bu İsrail şarkısı diyenlere ise sözüm aynı. Başkalarını sevmenden vazgeçtim hiç değilse biraz kendini sev kardeşim!)
https://www.youtube.com/watch?v=rfJfz3LLOZw