Seçim Şarkıları
.
Hayır. 7 Haziran’da yapılacak genel seçimler için hazırlanmakta olan abartılı seçim şarkılarından bahsetmiyorum. Sözünü ettiğim başka bir seçim. Belki o zaman hedefimizdeki bütün seçimlerin sadece birer sandıktan ibaret olmadığını fark edebilmek mümkün olabilir diye yazıyorum bu satırları.
Olmak ve Sahip Olmak
Bu işleri böyle düşünmeme yol açan bir kitap var. Sadece çocuklar için değil yetişkinler için de hararetle önerdiğim Günışığı’nın Çıtır Çıtır Felsefe dizisinden yeni bir kitap çıktı: Olmak ve Sahip Olmak.
Yazar Brigitte Labbe, Paris Sorbonne’da felsefe doktorasını tamamladıktan sonra kitap yazmaya başlamış, çocuklara, çocukların ailelerine ve elbette öğretmenlerine felsefenin, daha doğrusu düşünmenin önemini aktaran dünya tatlısı bir kadın.
‘Olmak ve Sahip Olmak’ adlı bu kitapta da, kanımca şu ara fena halde savrulduğumuz noktalara usulca parmak basıyor.
Şu söze ne dersiniz?
‘Hayat bir tiyatro sahnesi değildir. Sabit roller insanlara paylaştırılmamıştır. Her insan, bugün, yarın ve hayatı boyunca kendini keşfeder. Asla, tamamen, bugün olduğumuz şey olarak kalmayız.’
Bunlar beni son derece rahatlatan cümleler oldu. Neden derseniz, sahip olmayı olmakla karıştıran cümlelere o kadar çok rastlıyorum ki etrafımda, şu son günlerde... Örneğin bir makam... O kişi sanıyor ki, o bulunduğu makam onun adıdır, benliğidir, kişiliğidir. Yok böyle bir şey!
Sabit roller deyince şu da akla geliyor: Diyelim ki adam bir iş ‘adamı’. Peki. Ama aynı zamanda bir baba da. Aynı zamanda bir eş de. Bir oğul da. Bir kardeş de. Hatta zaman zaman bir şoför de. Bazen hasta, bazen veli de. Şu noktada adamın bütün bu rolleri silip sadece işinin ‘adamı’ olması diye bir şey söz konusu olabilir mi? Hayır. Ama bakıyorsunuz ki bazı insanlar sadece böyle takılıyor hayata. Neden? Şu sabit rol takıntısı yüzünden. Çünkü o bir iş adamı. Çok ciddi işleri var! Ve sonuç: Çocuklara, yaşamla ilgili detaylara ve ev işlerine kadınlar baksın bir zahmet!
Labbe insanların bu ‘sabit varlığa’ kendilerini kapamalarını düşündürücü buluyor elbette. Ona göre insanlar ‘kendini tamamen içine kapadığı bu sabit varlığı terk etmekte özgür ama belki de her an özgür olmak onları korkutuyor!’
Özgürlük
Böylece daha esaslı bir konuya geliyoruz. Özgürlük.
Örneğin: ‘Bir mavi sandalyeden insanı ayıran en temel fark nedir?’ sorusuna. Burada alışkanlıklar devreye giriyor elbette. ‘Alışkanlık nedir?’ sorusuna. Bildiğiniz gibi bizler ‘alışkanlıklarla’ doğmuyoruz. Onları öğreniyoruz. Ama bir de bakmışsınız ki sonradan edindiğimiz bu alışkanlıklar bizim patronumuz olmuş! Oysa şunu akılda tutmak son derece kıymetli: ‘Alışkanlıklarımızı değiştirebiliriz. Yani olduğumuz kişiyi değiştirebilir, olmak istediğimiz insan olabiliriz.’ Bu da bizi mavi sandalyeden ayıran en önemli yan oluyor işte.
Dahası da var. Labbe diyor ki: ‘ Hiçbir insan, şu sandalyenin hep ahşap olması gibi, her zaman için cesur, korkak, dürüst, cömert, kibar, kötü, asabi ya da sakin değildir.’
Böylesi bir değişim için atılması gereken adımlar var mı? Var. Bunun başında da tıpkı bir tabloya bakar gibi, kendimize dışardan bakabilmeyi denememiz gerekiyor. Bunu yaparken de belli bir mesafeden bakmak gerekiyor. Aksi taktirde hata yapıyoruz. Kendimizdeki tek bir noktaya sabitlenirsek o zaman diğer detayları göremiyor ve tahlillerimizde eksik kalıyoruz. Belki de bu yüzden bunu başkalarına da yapıyoruz. Oysa biraz geriden, bütün tabloyu görebilecek kadar geriden bakabilsek, neyin niçin olduğunu çok net görebileceğiz. Koca koca kadınlar ve adamlardaki büyümemiş çocukları göreceğiz, örneğin. Kendi içimizdeki çocukları da.
Peki tüm bunlar ne işe yarayacak?
En basitinden bir genç arkadaşımın bana sorduğu soruya bir cevap olabilecek bir şeylere: ‘Barış bu kadar kolayken niçin savaşıp duruyor bu insanlar?’
***
Kendimizi, özgürlüğümüzü, yaşamımızı ve barışı seçmek kimsenin değil, sadece bizim elimizde. Peki ya seçim sandıklarından çıkacak sonuçlar? O da bizim elimizde elbette!