Şarkılar Seni Söyler
.
(Müzeyyen Senar’ın kalplerimizde eskimeyecek anısına)
Tuhaf bir yazdı. Hiç böyle bir sıcak görmemiştim. O sene İnkılâp Tarihi’nin okullara zorunlu olarak girmesi söz konusuydu ve bütün zorunluluklarda olduğu gibi canım sıkkındı. Sanki gelecek zamanın özeti bu olacaktı. Zorunluluklar! Zorunlu yaşamlar, zorunlu dersler, zorunlu kulluklar.
Çakıllı sahille asfaltlı yolu alabildiğince kesen akşamsefaları çok geç açardı. Uzun uzun geceyi beklerlerdi. Biz de. Güneşin karşıdaki suyu ikindi rengiyle iyi kötü boyadığı zamanlarda kaldığımız pansiyonun gazinomsu masalar ın a hükmeden derme çatma hoparlörlerinden o şarkı yükselmeye başlardı: Şarkılar Seni Söyler.
Şarkılar Seni Söyler, bitip tükenmeyecek gibi gözüken bir gençliğin, hiç bitmeyecekmiş gibi görünen yazına eşlik ederdi o zaman. Şarkıda sesi gezinip duran kadın Müzeyyen Senar’dı. Şarkıda ‘aşk gibi sevda gibi’ dolanan ‘huysuz ve tatlı bir kadın’ ın kim olduğu konusunda ise en ufak bir fikrim, fikrimiz yoktu. Oturduğumuz yerde ter içinde, piştiyle zaman geçirmeyi dener, beklerdik. Şişelerin içine tıkılmış vişne suları, öğle kesilen elektrik yüzünden, genelde hep öğle zamanlarında kesilirdi, buruk, sıcak ve kanı andıran bir tat bırakırdı soluğumuzda. Zemini huysuz denizde, yazı, son anına kadar geçirmeye hevesli çiftlere bakar, gövdelerindeki simitlerinden boş kalan elleriyle suları döven yaygaracı bebekleri umursamazdık. Kız kardeşim 12 yaşında var yoktu. Ben? Yaşımı hatırlayamayacak kadar bunalımdaydım. Bir an önce büyümeyi ve bu çılgın acılar ülkesinden tasımı tarağımı toplayarak gitmeyi özlüyordum.
‘En güzel günlerini demek bensiz yaşadın’ diyordu Müzeyyen Senar’ın sesi, boyası yoksullaşmış tahta masalarda gezinerek. ‘Dillerde nağme adın, aşk gibi, sevda gibi, huysuz ve tatlı kadın...’
Buraya vapurla gelmiştik. Annem ve babam, onların arkadaşları, birileri daha. Büyüklerin tatillerini, çocuklar, ayaklarını sıkan bir ayakkabı gibi giymek zorunda mıydılar?
‘Büyü. O zaman kendin karar verirsin ukala beyfendi,’ demişti annem buraya gelirken. Akşamsefalarından hiçbir farkım yoktu oysa. Hiç değilse onların bir geceleri vardı. Benimse, sürekli ‘lokma yiyelim mi abi ?’ diye bana ‘dakka başı’ soran şişko bir kız kardeşim ve elbette şu şarkı:
‘Şarkılar Seni Söyler.’
Sonra yine onun sesi. Kız kardeşim: ‘Haydi abi !’
Olacak gibi değildi yola düştük. Hedefimiz biraz ilerdeki lokmacıydı. Müzeyyen Senar’ın sesi ise bütün sıcak sahili ele geçirmişti. Yüzü güneş esmeri, gözleri yaz dalgını adamın önünde yığılmış lokmalara neşeyle bakıyordu kız kardeşim. ‘İki porsiyon lokma!’ dedi ellerini çırparak.
‘Ben istemiyorum!’ dedim hışımla.
Şarkıdaki huysuz ve tatlı kadının, lanet yeğeni falan olmalıydım! Sıcak vişne suyu gibi, yağda fazla kızarmış lokma gibi beter ve illet ergenin teki.
‘Niye ki?’ diye sordu lokmacı. ‘Bak çok güzeller!’
‘İstemiyorum,’ diye direttim. ‘Lokmalarınız da, sahiliniz de sizin olsun. Şu şu şu ...Şarkınız da sizin olsun!’
Alıp başımı gidesim vardı. Öyle de yaptım. Ama o sırada arkamdan onun sesini duydum. Güneş yanığı tenli lokmacının kırık sesini: ‘Evlat bir gün şarkılar seni de söyleyecek merak etme. Ama o zaman ne Müzeyyen kalacak ne de ben.’
‘Bana ne!’ dedim. ‘Bana ne! Ben çok uzaklarda olacağım zaten o zaman.’
‘Ama kalbin buralarda olacak, n’aber !’ dedi lokmacı. ‘Nereye gidersen git, o hep peşinde olacak. Ve bu şarkılar var ya bu şarkılar, istersen dünyanın bir ucunda ol, hep aynı yeri söyleyecek sana. Demedi deme!’ diye güldü lokmacı ve ‘değil mi kız?’ diye kız kardeşimin yanağından bir makas aldı.
‘Hıh’ dedim. ‘Bir sen eksiktin çok bilmiş lokmacı.’
Sonrası mı?
Tahmin edeceğiniz gibi çok değil, beş on yıl sonra ben de pişti olacaktım.
***
Bir duyuru: İTÜ Edebiyat Kulübü yoksul mahallelerdeki çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak için bir atölye düzenliyor. 13 Şubat’taki ilk atölye kapsamında belirledikleri kitap ‘Küçük Kara Balık’. Bu kitabı bulamıyorlar ve sizlerden bekliyorlar. Adres:
İTÜ Edebiyat Kulübü
Kültür ve Sanat Birliği Ayazağa Kampüsü 34469 Maslak/ İstanbul