Sarıl Bana
.
Bu yaşıma geldim içimde bir çocuk hâlâ
Sevgiler bekliyor sürekli senden
İnsanın bir yanı nedense hep eksik
Ve o eksiği tamamlayayım derken
Var olan aşınıyor zamanla
Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.
***
14 Mart 1940 yılında doğmuş Metin Altıok. Hem onu anmak istedim hem de geride bıraktığımız bu zor haftada, şiddet sözcüklerine değil, şefkat ve birbirini var edebilme sözcüklerine ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha hatırlatma gereğini duydum. İsli bir camı, yine Altıok’un hatırlattığı gibi ‘hohlayarak’ temizlemek isteği de diyebilirsiniz buna. Bir nefesle hoh yapsak, dirseğimizle silsek ve sonra camın ötesindeki gerçek görüntüyü görebilsek... Ama olmuyor, belli ki zaman alacak. Sokakta rastladığım kimi cümleler gibi salınacak zaman üzerimizde: ‘biz görmeyiz de, belki bizden sonrakiler...’
Gencecik çocukları sapır sapır kaybettiğimiz ülkemizde, nereye el atsak elimize dolananları silkelemek zaman alacak; belki bu yüzden sözcüklerin anlamını daha derin düşünebilmek için şiirlerin anlattıklarına daha çok kafa patlatmak gerekecek. Sözcüklerin en yalın ve en sahici hali gerçek şiirlerdedir çünkü. Belki bu yüzden, toprağa düşmeyi kutsallaştıran sözleri duyduğumuz zaman ürpermenin ne olduğunu daha net kavrayabileceğiz, ilerde. Ölmeyi değil yaşamayı ne zaman kutsallaştıracağız diye sormak, daha yerinde bir yaşam felsefesi olacak ‘vatan için ölünür’ sözünden. Ölmenin ne demek olduğunu, bir ülkeyi sevmenin, ya da sadece sevmenin ne demek olduğunu daha iyi anlamaya başladığımızda, belki o zaman, yaşamın da ne anlama geldiğini çözmeyi göze almaya başlayacağız.
21 Mart (Dünya Şiir Günü)’ne atıfta bulunarak, ölümle yaşamın denklemi konusunda kafası karışanlara yine sevginin gücünü esas alan Metin Altıok’un satırlarıyla seslenmek isterim:
Ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde.
Bir bardak çatlarsa durduğu yerde,
Bir aşk ansızın biterse,
Ayna kırılırsa yüzünle birlikte,
Zamanıdır konuşmanın ölümden.
Bir çiçek olağanüstü güzellikte
Açıvermişse bir sabah,
Bir topal aksamadan yürümüşse,
Hadi gel ölümden konuşalım;
Yüzünü al basmış hasetçiden
Ve onun elindeki kuru değnek bile
Filizlenir sevgimizden.
***
Ve bir kitap notu:
Savaş, dehşet ve kanla belirlenen gündemimizde bu hafta içerisinde önemli bir kitap çıkıyor: İPS İletişim Vakfı Yayınları’nın hayat verdiği BİA’dan çıkan Barış Gazeteciliği Elkitabı. Sevda Alankuş’un imzasını taşıyan bu çalışmayı sadece alanı gazetecilik olanlar değil, bence bu işe kafa yoran ve yormayan herkes edinmeli.
Ancak ilk etapta gazeteciler edinmeli elbette; çünkü bugün yaşadığımız bu ayrıştırmalı, ayrımcılığı yaşamlarımıza delicesine sokan dilin neredeyse başaktörleri onlar. Verdikleri haberler ve bu haberleri veriş biçimleriyle kendinden başka insan tanımamak, kendine benzeyenlerle sözde ‘cennetler’ kurmak gibi işlere kalkıştıkları için değil sadece, mesleklerinin ne anlama geldiğini yeniden sorgulamaları için de edinmeli ve okumalılar bu kitabı. Ortaya saçtıkları sözcükler üzerinden tufan ‘mekânlar’ inşa etmenin ne anlama geldiğini görebilmeleri için değil sadece; bu tufan mekânların bir gün hepimizin sonu anlamına geleceğini artık anlamaları için.
***
Bu satırları yazdığım sırada, İstanbul’un göbeği İstiklal Caddesi canlı bomba saldırısı sonrasında boşaltılıyordu. Yıllar sonrası için hayal ettiğimiz bu değildi bu güzelim ülke için. Yıllar sonra yine aynı kabusa dönmek... Hiç ama hiç hak etmediğimiz o karanlık, isli puslu yer. Bir hoh yapsak cama, silmeye cesaret etsek, göreceğiz neyin ne olduğunu. Ama zaman gerekiyor.