Saraylar Yaptırdım Gelip Geçmeye
.
Geçen bir arkadaşımla konuşuyorum. Dünya çapında bir üroloji profesörü olan arkadaşımın bana hatırlattığı o ünlü öyküyü, gündelik dille harmanlayarak sizinle paylaşmak isterim. Lafın neden bu öyküye vardığı ise arkadaşımla benim aramızdaki bir sır olarak kalsın.
***
Bir varmış bir yokmuş, bir Prusya Kralı varmış. Büyük Friedrich’miş adı... Bir gün Potsdam Ormanları’nda hava almayı bahane ederek bir gezintiye çıkmış Kral. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş derken derenin kenarındaki o tepenin kenarında durmuş. Gözlerine inanamamış. Tepede bir değirmen varmış ve Kral ona uzun uzun büyük büyük bakmış. Niyeti belliymiş; değirmeni yerle bir edip yerine bir saray yaptırmak! Burası krallara layık bir tepeymiş. Aynı bizim Boğaz’da talan edilen tepelere benziyormuş. ‘Nihayetinde bir tepecik. Neyse parası verelim yahu!’ demiş Kral; ‘Büyük Friedrick ister de olmaz mı!’ diye de düşünmüş elbette.
Saray ahalisi hemen değirmenin sahibini bulmuş ve böyle böyle demişler. Araziyi de değirmeni de Prusya Kralı, yüce şahsiyetimiz almak ister ona göre demişler. O böyle buyurdu demişler. O buyurursa dünya tersinden döner demişler. Bir sürü şey demişler anlayacağınız. Ama o da ne! Bizim tıfıl değirmenci bu ‘parlak’ teklifi kabul etmemiş. Ve bütün masallarda isyankâr ahaliye hep olduğu gibi, derhal Büyük Prusya Kralı’nın huzuruna çıkarılmış.
Kral, değirmenciye, lafı fazla dolaştırmadan, değirmenin yerine büyük bir saray yaptırmak istediğini söylemiş. ‘Gel sana bir sürü para vereyim, abad ol’ demiş.
Fakat bizim değirmenci, Nuh demiş peygamber dememiş, zulüm ile abad olunmaz diyerek teklifi yine kabul etmemiş!
Eee, bunun üzerine Büyük Prusya Kralı zıvanadan çıkar gibi olmuş. ‘Bana bak bana’ demiş! ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben, Prusya Kralı Büyük Friedrich’im. Sen bunun ne demek olduğunu anlıyor musun ha? Neyine güveniyorsun da bu hallerdesin birader?’
Değirmenci, biraz tırsmış bir halde ‘Biliyorum’ demiş, ‘Biliyorum senin kral olduğunu biliyorum. Ama ben de bu değirmenin sahibi Sans-Souci’yim.’ (Sans-souchi Fransızca ‘gamsız’ anlamına geliyor)
Kral’ın yüzü gittikçe kızarmaya başlamış, yanaklarında kızıl erikler belirmiş ‘Sen’ demiş, ‘Madem’ demiş, öksürmüş, ‘Benim kim olduğumu biliyorsun, o halde, o halde...’ Burada biraz soluklanmış Büyük Prusya Kralı. Bir pencere açıp derin derin nefes almış...’ O halde orayı da zorla alabileceğimi de biliyorsun değil mi? Bana bak adam, benim bir sürü askerim var. Sen de kimsin? Senin kimin var be?” diye kükremiş ve yumruğunu pencerenin oymalı çerçevesine geçirmiş. (O ara sakinleştirici bitki çayları içiyormuş Büyük Prusya Kralı ama yine de sinirleniyormuş zaman zaman, böyle.)
O zaman değirmenci, içi hop ede ede şunları söylemiş:
‘Berlin’de hakimler var Kral Bey. Ben de onlara güveniyorum.’
***
Yukarıdaki yarı final, hikayenin en önemli bölümü. Hikâyenin bu bölümü ise en anlamlı yeri:
Prusya Kralı eli hâlâ acırken, içtiği bitki çaylarının etkisini yeniden hatırlayarak (belki başka şeyleri de) o zaman şu sözleri söylemiş bizim değirmenciye:
‘Hımmm... Hiçbir iktidar, kral dahi olsan adaletten daha üstün değildir be kardeşim... Valla haklısın Sans-Souci.’
Kral Friedrich dahasını da yapmış. Kimilerinin şaşkın bakışları arasında değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunması emrini vermiş. Yine de inat adamın teki olduğu için sarayını yaptırmış. Değirmenin altındaki tepenin hemen oraya! Sarayın adını da, ibretlik olsun diye bilin bakalım ne koymuş? Sans-Souci Sarayı...