SADIK BEY ‘Korkağın tekisin sen!’
.
Pınar Kür’ün son romanı ‘Sadık Bey’, ellili yaşlarını geride bırakmakta olan ‘kayıp’ bir insanın kendine dair bir yolculuğu. Kayıp derken, çağımızın ‘gözde değerleri’ arasında kendi izini kaybetmiş bir insandan bahsediyorum; ‘kendine dair bir yolculuk’ derken de kendine rağmen kendine gidemeyen bir adamdan söz ediyorum.
Sadık Bey’i, günümüzün kaybetmiş kahramanlarından biri olarak okumak pek mümkün. Arthur Miller’ın ‘Satıcının Ölümü’ yapıtındaki gibi bir kahraman o. Vahşi kapitalizmin ortasında, onunla başa çıkma hevesinde ilk önce kendine, ardından sisteme (belki de ikisine de aynı ivmeyle benzer zamanlarda) yenilen, pek de cesur olmayan biri.
Sadık Bey, hassasiyetle yürümeye başladığı bir yolda (yaşam), hassas dengeleri gözeteceğim derken, kısacası Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olan o tutsaklığa sadık adamlardan. Kendini kaybetmekle kalmıyor, hayatının en büyük aşkını, Semiramis’i de korkuları ve saplantıları yüzünden kaybediyor. Üstelik bir değil, iki kez. Bir insan deliler gibi sevdiği bir insanı aynı biçimde iki kez nasıl kaybeder sorusuna ise kitabın son satırlarında çok net bir cevap verilmiş. Kısaca, ‘vazgeçer ya da hiç değişmezseniz hep kaybedersiniz’ mesajı bu. Bu son satırlar, kitabın tümüne yayıldığı biçimde, edebiyatın kendine özgü sözcükleriyle bambaşka bir büyüyle sarıp sarmalıyor sizi.
Özgürlük
Pınar Kür’ün toplumun özgürlükle kurduğu bağ konusuna getirdiği yorum, Sadık Bey özelinde hemen hepimizi son derece ilgilendiren bir çıkarsamaya varıyor: Aslında özgürlüğün ne olduğunu bilmiyoruz! Daha da vahimi özgür değiliz... İfade özgürlüğü bir yana kişisel özgürlüğümüz bile yok! Özgür olmanın ne demek olduğunu ve ne demek olmadığını bilmediğimiz için esaret dolu yaşamlarımızın tutsağı haline geliyor ve oradan yeni, gürbüz, ezberci tutsaklar üretiyoruz. Tutsak olmayanları benimsemiyor, sevmiyor, kabul etmiyoruz. Belki de toplumun hemen her noktasına sirayet etmiş olan ‘linç hali’ modundan kurtulamayışımızın nedeni de bu. Küfür et gitsin, karala gitsin, cezaevine tık gitsin, öldür gitsin... Yıllar geçiyor, hükümetler değişiyor, insanlar yaşlanıyor ama yerlerine gelenler bir öncekileri aratmıyor. Sadece kendine benzeyenin üstünlüğünün ve cakasının satıldığı kesitler, ne hazindir ki hayat öykülerimiz haline dönüşüyor. Daha da beteri insanlar buna inandırılıyor ve yıllar yine (boşuna, haybeye) geçip gidiyor. Bunun bedelini şimdilerde en çok ödeyenlerse, Pınar Kür’ün artık ‘yeni alt tabaka’ dediği bir grup. Okumuşlar. Yani yazarlar, sanatçılar, akademisyenler, öğretmenler, gazeteciler...
Sadık Bey’i, yaşamakta olduğumuz bu cenderenin içinde debelenen biri olarak okuyabilirsiniz. Bunun ötesinde lezzetli edebi bir metin okumak istiyorsanız da iyi bir seçim olacağı su götürmez. Son bir not: Kitapta Semiramis’in özgürlüğe gerçek adım atanlardan biri olması, Kür’ün öncelikle kadınlara güvendiğinin bir işareti olarak da okunabilir! Çok önemli bir işaret.