Pollyanna, deli hatun!
.
‘Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna’
(Pollyanna’ya Son Mektup, Didem Madak)
Şu Pollyanna’ya resmen kızgındım. O da bunu hissetti mi nedir, bangır bangır televizyonu açmış, profesörlükten rektörlüğe, rektörlükten milletvekilliğine bir çırpıda sıçramış kimilerini kahır dolu bakışlarla seyrederken, çat kapı geliverdi. Üzerinde 23 Nisan balerin kıyafetleri gibi tüylü kıyafetler, pembe pembe gülümsüyordu. Bu kadın hiç büyümeyecek yarabbim! Bir süre sustuk. Sonra yine o konuşmaya başladı. ‘En son ne okuduğumu sorarsın ukala ukala sen şimdi!’ dedi. ‘Ama bu sefer çok şaşıracaksın!’
Neymiş?
BertoltBrecht’in ‘Köpekbalıkları İnsan Olsa’ adlı öyküsünü okuyormuş. Bak sen! Doğrusu bu öyküsünü hiç duymamıştım Brecht’in. Nasip bu balık etli Pollyanna’yaymış.
‘Ee, ne anlatıyor bu öykü?’ dedim sabırsızca.
Öykü ‘köpekbalıkları insan olsalar, küçük balıklara daha nazik davranırlar mıydı?’ sorusuyla demir alıyordu. Bunun üzerine öyküdeki adam, Bay Keuner de Pollyanna sana söylüyorum ey ahali sen de işit diye anlatmaya başladı öyküyü:
‘Sevgili Pollyanna, köpekbalıkları insan olsalar içi bitkisel, hayvansal her türlü yiyecekle dolu koca koca kasalar yaptırırlardı küçük balıklar için. Minik balıkların canları sıkılmasın diye de arada birçok renkli su eğlenceleri düzenlenirdi, neşeli balıkların etleri kara kara düşünenlerinkinden daha lezzetli olurdu çünkü;
Sevgili Pollyanna, koca koca kasalarda minik balıklar için okullar da eksik edilmezdi kuşkusuz. Burası daha da önemli: Bu okullarda nasıl yüzerek köpekbalıklarının gırtlağından içeriyi boylayıverecekleri öğretilirdi onlara. Başlıca sorun, Sevgili Pollyanna, küçük balıkların moral eğitimleriydi. Hayatta en yüce ve en güzel şeyin kendini güle oynaya feda etmek olduğu, köpekbalıklarına inanmaları, hiç duraksamadan inanmaları gerektiğini küçük balıklara öğretmek gerekiyordu. Söz konusu geleceğin ancak köpekbalıklarının sözünü dinlemeleri durumunda kesinlikle sağlanabileceğinin kafalarına yerleştirilmesi zorunluydu;
Sevgili Pollyanna! Köpekbalıkları insan olsalar kuşkusuz kendi aralarında da savaşlar yapacak başka köpekbalıklarına ait balık kasalarını ve yabancı balıkçıkları ele geçirmeye çalışacak, söz konusu savaşları da kendi balıkçıklarına yaptırtacaklardı. Kendi balıkçıklarına, onlarla diğer köpekbalıklarının balıkçıkları arasında derin bir ayrımın varlığını öğreteceklerdi. Balıkçıkların birbirlerini anlayamayacaklarını açıklayacaklardı;
Dahası Sevgili Pollyanna, savaşta başarılı olanların göğsüne deniz yosunundan madalyalar takılacak ve kendilerine kahraman unvanı verilecekti;
Sevgili Pollyanna, köpekbalıkları insan olsalar küçük balıklar arasında belli bir sıralama yapılacak ve aralarından bazıları belli mevkilere getirilip, ötekilerin başına geçirilecekti. Bu da köpekbalıklarının işine gelecek, çünkü o zaman kendileri irice lokmalara kavuşacaktı. Ve büyük makamlardaki balıkçıklar küçük balıklar arasındaki düzeni sağlama görevini üstlenecek, kasalarda öğretmenler, subaylar, mühendisler vb. bulunacaktı. Sözün kısası, köpekbalıkları insan oldular mı, ancak o zaman denizde bir uygarlıktan söz açılabilecekti.’
Yüzüme baktı Pollyanna, ‘Tamam...’ dedi. ‘Aslında PollyannaPollyanna olalı böyle zulüm görmedi; yine de ufaktan galip çıktığımı söyleyebilirim’.
‘Her şeyi anladım da nasıl galip çıktığın konusunda kafam biraz karıştı!’ dedim.
‘Dalga mı geçiyorsun? Şükürler olsun ki köpekbalıklarının insan olma şansı hiç yok!’ dedi fırfırlı sesiyle Pollyanna. ‘Yeryüzünde olmayan dirlik onlarda var hayatım.’
***
Yaşlı dünyamız Brecht’i haklı çıkarıyor; gencecik, yoksul çocukların kanı dökülmeye devam ediyor.