Özgürlüğün Toplumsal Refah Boyutu
.
18 Aralık günü akşam saatlerinde borsacıların, hukukçuların, iktisatçıların, gazetecilerin ve akademisyenlerin izleyici olarak buluştuğu verimli bir toplantıya katıldım. Dilimize, Ulusların Düşüşü: Güç, Zenginlik ve Yoksunluğun Kökenleri diye çevrilen (Çev: Faruk Rasim Velioğlu, Doğan Kitap) dünya çapında ün kazanmış bir kitabın yazarlarından Daron Acemoğlu (kitabın diğer yazarı Harvard siyaset bilimi profesörü James A. Robinson) ve hukuk eğitimini Harvard’da tamamlamış Gönenç Gürkaynak’ın konuşmasıydı bu. Uluslararası Şeffaflık Derneği ve İsveç Başkonsolosluğu’nun katkılarıyla düzenlenen bu toplantıda temel olarak tartışılan husus ‘ifade özgürlüğü’ ve elbette bu özgürlüğün toplumsal refah ve ekonomiyle kuracağı bağ idi.
Kitabın yazarlarından Acemoğlu İstanbul Galatasaray Lisesi’nden MIT’deki (Massachusetts Institute of Technology) iktisat profesörlüğüne uzanan o parlak yolda çok sayıda makaleye ve ödüle imza atmış biri. 18 Aralık’taki konuşmasında ise bizlere ilk etapta fırsat eşitliğini ön plana çıkaran kapsayıcı siyasi kurumların varlığından bahsetti. Ardından, başta ifade özgürlüğü olmak üzere, her türlü hakkın sadece belli bir elit kesime mal edildiği sömürü kurumlarına değindi.
Bu tür kurumlardaki fırsat eşitliğini ortadan kaldıran yapının aynı zamanda sözleşme haklarını da tanımadığını ve siyasi gücü olan elitlerin halkı sürekli olarak sömürdüğünden bahsetti. Bu tür durumlarda hukukun da garip bir hale geldiğini; siyasetin dengeli bir biçimde dağıtılamamasının adalet sistemine de yansıdığını ifade etti.
Peki bu sömürü kurumları bir kader miydi?
Elbette hayır! Tarih kaderden ibaret değilse sömürü kurumlarının varlığı da kader olamazdı! Birey hak ve özgürlüklerini, en başta da ifade özgürlüğünü temel alan kapsayıcı kurumların varlığına ulaşmak mümkündü! Ancak bu yukardan aşağı değil, tam tersi aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşebilecek bir hareketlilikti. Ve bunun için bugün ekonomisi kalıcı bir ‘zenginlik’ içerisinde olan ülkelerden bahsetti bizlere Acemoğlu. Bu zenginliğin temelinde toplumun hak arayışının en temel unsur olduğuna değindi. Kısaca söylemek gerekirse hak verilmesini beklemek değil, hak elde etmek için mücadele etmek gerekiyordu.
‘Özgürlük’ dedi Acemoğlu, ‘yukardan değil aşağıdan gelmeli.’ Ve bu eylemlilik hali, halkın sesini çıkarabilmesi, söz sahibi olabilmesi için sivil toplum kuruluşları tarafından sürekli desteklenmeliydi... Hukuk devletinin temeliydi bu. Bunun ardından gelense yaratıcılık ve üretkenlik olacaktı. Sentetik ve göz boyayan bir geçiştirme hali değil; sahici bir yaratıcılık ve sahici bir üretkenlik. Her alanda. (Bir edebiyatçı olarak bu noktada kalbimin çok farklı çarptığını ifade etmeliyim!)
Elit gruplar ve padişah devleti anlayışı
Birçok ülkeden örnek verdi Acemoğlu konuşmasında. Türkiye’yi, yüzyıllardan beri devam edegelen, yaratılmış küçük bir elit grubun halkı küçümseyerek, yok sayarak var olma halini ise, adları ve kimlikleri değişse bile ‘bir padişah devleti’ ruhu biçiminde değerlendirdi. Sonuna kadar haklıydı elbette. Bugün AKP’nin yaptığı, dün askerlerin yaptığı, daha eskilerde CHP’nin yaptığı, başarabilseydi Cemaat’in yapacağı hep bu olacaktı. Kendi sömürü düzenini yaratıp kendine benzemeyen insanları bastırmak ve elbette halkı birer köle haline getirmek. Uyutmak, susturmak, farkındalığı öldürmek, korkutmak, göz dağı vermek...
‘İşte bunu değiştirmek gerekiyor’ dedi Acemoğlu. ‘Özgürlüğün bedeli sürekli tetikte olmaktır’ ruhunu topluma yaymak.
Bu noktada, ister ekonomist olalım, ister hukukçu, ister borsacı olalım, ister akademisyen; en çok mücadelesini vermemiz gerekenin ne olduğunun altını ise Gönenç Gürkaynak çizdi: İfade özgürlüğü!
Evet: İfade özgürlüğü!
Bir Turgut Özal iktidarı maktulü, vakti zamanında ‘önce ekonomi ilerlesin de ifade özgürlüğü, demokrasi şu bu sonradan gelir’ yaklaşımına kahırlanarak tanıklık etmiş biri olarak derin bir nefes aldım. Evet, artık çok netti: İfade özgürlüğü sonradan gelmeyecek, olsa da olur, olmasa da olur noktasında salınmayacaktı. İfade özgürlüğü her şeyin başıydı ve onsuz hiçbir şey kalıcı olamayacaktı.