Osmanlıca
.
Osmanlıcaya hiç karşı olmadım. Üstelik Arapça ve Farsça dillerinin etkisi altında kalmış olan bu melez dildeki sesi her zaman sevdim. Ayrıca Osmanlıca yazılmış metinleri orijinalinden okuyamamanın üzüntüsünü de çekmiş biriyim. Hatta bir ara bizim kuşağımızın genel eğilimlerinden birine de ‘temayül ettim’ ve Osmanlıca dil kursuna yazıldım. Ancak yazıldığım medresedeki genel eğilim, benim gibileri ‘haydi oradan siz gidin Batı dillerini öğrenin’ şeklindeki bir çerçeveye sıkıştırmaktan ibaret olduğu için (en azından o güzelim taş medresedeki öğretmenin tutumu böyleydi) Osmanlıcam eski vapur iskelelerinin üzerindeki sözcükleri okumaktan ibaret kaldı. Keşke bu tavra takılmayıp öğrenseymişim...
Seçmeli mi zorunlu mu?
Ancak şu an tartışacağım konu farklı. İş ‘zorunluluk’ boyutuna gelince olayın rengi değişiyor çünkü... Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın son açıklaması tavsiye kararının etrafında odaklanıyordu. Avcı, sosyal bilimler lisesinde okutulan zorunlu Osmanlıcanın, şu aşamada diğer liselerde seçmeli olarak kaldığını belirtti. Kendisinin de seçmeliden yana olduğunu söyledi. Ancak tavsiye kararının hayata geçmesi sonrasında bu seçmeli derslerin, diğer liselerde de ‘zorunlu’ hale gelmesinin mümkün olabileceğini belirtti.
Dileyelim de bu tavsiye kararı hayata geçmesin. En azından Sayın Avcı, Milli Eğitim Bakanı olarak bu konudaki inisiyatifini kullanabilsin!
Neden mi?
Osmanlıca dersini zorunlu olarak dayattığınızda o zaman geçmişi de dayatmaya başlıyorsunuz. O zaman, zaten arşa yükselmiş olan kimi ‘ideolojik’ takıntıları gençler üzerinde gerçekleştirme hayallerinin nasıl bir kıvama geldiğini ayan beyan ortaya koymuş oluyorsunuz.
O zaman, bu uygulamanın, geçmişi anlamak değil geçmişe dair bir özlemle ilgili olduğunu düşündürüyorsunuz. Oysa geçmişi geri getiremezsin diye bir şarkı sözü vardır. Gerçekten de Osmanlıyı anmak başka bir şeydir, müzelerden çıkarıp hayata gerisin geri sokmaya çalışmak başka bir şey. Bir kere bu, yaşamın akışına ters giden bir şeydir. Geçmişi anmak, barışmak, uzlaşmak ve hatta sevmek... Bunlara kimsenin itirazı olduğunu sanmıyorum. Ama iş geçmişi pörtletmeye gelince orada durmak gerekiyor.
Sonra şunu da teslim etmemiz şart: Osmanlı hiç de bize öğretildiği gibi adaletin sesi ‘sütten çıkmış ak kaşık’ bir imparatorluk değildi. Bütün imparatorluklar gibiydi... Bunun için, özellikle Balkanlar ve Güney Avrupa’daki en vasat turistik gezilerde cümlelerin arasına sıkıştırılan Osmanlı izleğini takip etmenizi öneririm. Ürkersiniz.
Çok yakın bir zamanda tartışmaya hararetle başlayacağımız Ermeni konusunun arkasında da yine Osmanlı vardı. Her ne kadar İttihatçıları suçlayarak farklı bir noktaya varmaya çalışanlarımız olsa da bu işin arkasındaki imza Osmanlı idi. (Bu işi ferahlatmak şimdiki zamanda bizim boynumuzun borcudur, o ayrı.)
Bu yüzden geçmişi bu anlamda çok fazla kurcalamamak gerekiyor. Osmanlıcayı sevelim sevmesine ama Osmanlı kaftanının rengine bürünmeyelim. Zaten dünyanın ritmi buna uygun değil, bürünemeyiz. Dahası, gençlerimizi bu zoraki hayalin içine zorla itmeyelim. Orası görkemli ama bir o kadar da ağır ve tozlu bir sahne. Oraya yaşam, yaşantı ve şimdiki zaman boyutuyla girdik mi bir daha kolay kolay çıkamayız.
Tavsiyem budur!
Kobani için
HDK (Halkların Demokratik Kongresi) Kadın Meclisleri Kobanelilerle dayanışmak, Türkiye cephesinden bir ses olabilmek için bir kampanya başlatıyor. ‘Kobane Direniyor, Kadın Dayanışması Sürüyor’ kampanyasını duyurmak için düzenledikleri basın toplantısına bütün kadınları davet ediyor ve bu toplantıya belirlenen ihtiyaç listesiyle gelinmesini istiyor.
Liste, kadın pedi, çocuk bezi, şampuan, ıslak mendil, sabun ve biberondan oluşuyor.
10 Aralık 2014 Çarşamba
Cezayir toplantı salonu, Beyoğlu
Saat: 12.00