Olimpiyat halkaları
.
2020 Olimpiyatları’nın Tokyo’ya gitmesine kimi sevindi kimi üzüldü. Her işte bir hayır vardır diyerek bundan sonrasını düşünmeye çalışalım...
‘Hıh! Japonya kendine baksın’ diye hemen zeytinyağı gibi suyun üzerine çıkacaklara ‘kardeşim bundan sonrasında konu Japonya değil, böylesi bir kıyas zalim bir tırpandır, asıl buradan çıkartacak derslere bakalım’ diyebilirim.
Ülkemizdeki spor anlayışı genel olarak nasıl bir tablo çiziyor, bir onu düşünelim.
Bir kere şu doping illetinden kurtulmamız şart. Özellikle atletizm alanında yaşadığımız tecrübeler bu konuda çok ciddi önlemlerin alınmasını şart koşuyor. Doping bu anlamda büyük bir prestij kaybı. Ne yazık ki yakın zamanda bunu yine yaşadık ve içimiz yandı.
Şike ve ırkçılık
Dahası, şikelerden kafasını kaldıramayan bir ülke olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmemiz de elzem. Şikenin her şeyin önüne geçtiği bir spor ahlakı (ya da ahlaksızlığı), bizi bu anlamda katedilecek çok uzun bir yolun beklediğini gösteriyor.
İşi biraz siyasi boyuta çekerek düşünelim şimdi. Özellikle futboldaki ırkçı yaklaşımlardan ortalığı arındırmamız gerekiyor. Hem tribünlerde hem de sahada bunun beter bir yaklaşım olduğunu bıkıp usanmadan dillendirmek şart. Bu konuda spor yazarlarına ve ekrandaki spor yorumcularına çok iş düşüyor. Sonrasında ırkçı kimselere bayrak, flama filan taşıttırarak bunu pekiştirmemek de gerekiyor. Siz ırkçı, şoven kişilere bayrak, flama taşıtırsanız daha ilk elden verdiğiniz mesajın altında ezilmeye de mahkûm kalırsınız.
Gezi’nin rolü...
İşi başka bir kulvara taşıyıp ‘Olimpiyatları kaybedersek Gezi yüzünden kaybedeceğiz’ diyenlere, bu yaklaşımı fazla dramatik bulsam da ‘bu kez’ hak vereceğim. Ancak onların perspektifinden değil. Eğer oy potansiyelini etkilemişse, bunun nedeni olsa olsa, yüzünü geleceğe çevirdiğini iddia eden bir ülkenin şiddeti bu kadar yoğun bir biçimde kendi insanına uygulamış olmasıdır. ‘İleri demokrasilerde’ halkın üzerine askeri darbe günlerini aratmayacak biçimde TOMA’larla yürünmez, Terkos Gölü’nü boşaltma hırsıyla tazyikli su sıkılmaz, üzerlerine kolonya saçar gibi biber gazı saçılmaz ve bu şiddet ‘içe dönük yaşamayı’ aşmak isteyen bir ülkenin ne olursa olsun asla tercih etmemesi gereken bir tavır olmak durumundadır.
Neyse. Yine her işte bir hayır vardır diyerek sözümü tamamlayayım. Olimpiyatların yapıldığı ülkeler ekonomik yönden çok savruldu. Belki bu da bir kazançtır diye noktalayalım ve olimpiyata savrulacak paralarla, hayal bu ya, AVM’ler ve ucube binalar yerine hilesiz hurdasız yeni parklar, kültür festivalleri ve kütüphaneler yapılacağını hayal edelim.