Öğrenilmiş Çaresizlikler
.
‘New York Güney Bölgesi eski savcısı Preet Bharara, savcı Joon H. Kim ve diğer savcılık görevlileri hakkında soruşturma başlatılmıştır.’ İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı
‘Bu bildiriye imza atan hiçbir akademisyene, siyasetçiye, gazeteciye hiçbir ülkede bırakın hapishaneyi yaşama hakkı bile vermezler.’ AKP Bayburt Milletvekili’nin Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda barış bildirisini imzalayan akademisyenleri hedef alarak yaptığı konuşmasından.
***
Böyle, gerçeği gölgeleyerek etrafta uçuşan o kadar cümle var ki. Bu türden cümleleri okuduğumda ne hissediyorum, söyleyeyim mi? Ben bir engelliyim!
Şimdi size anlatacağım da bunun öyküsü. Engelli okurlarımız lütfen bana kırılmasın. Öyküdeki bu ‘engellilik’, insanın kendini kendisinin üzerine kilitlediği bir çaresizliğe denk düşüyor. İşte size öykü:
Diyarlardan bir diyarda bir prens varmış. Dört yaşına geldiğinde hâlâ yürüyemiyormuş. Ve koltuk değnekleri olmadan yürümesi de mümkün olmayacakmış. Babası çok üzülüyormuş buna. Derken danışmanlar çıkıp ‘kolayı var’ demişler. ‘Eğer bu diyarda herkes onun gibi koltuk değnekleri kullanırsa gerçek bir eşitlik sağlanır, kimse kimseyi tek başına ayakta duramıyor diye küçümsemez ve oğlunuz da kral olur!’ Bu fikir gerçekten tutmuş. Gel zaman git zaman herkesin bir koltuk değneği olmuş. Kral ölmüş, yerine gelen oğlu kral olmuş ve ülkeyi çok güzel yönetmiş. Bu esnada halkın hemen hepsi koltuk değneklerine o kadar alışmış ki artık yürümek onlar için koltuk değnekleri anlamına geliyormuş. Bacakları iyice zayıflamış. Dahası da var: Halkın gözünde bu değnekler, kralın onlar için yaptığı her şeyin simgesi haline gelmiş. Çok seviyorlarmış krallarını ama hayat bu; kral bir gün aralarından ayrılmak zorunda kalmış. Yerine gelen oğlu ise yürüyebiliyormuş ama herkes gibi o da koltuk değnekleriyle yürümeyi öğrendiği için geleneği devam ettirmiş. Herkes koltuk değnekleriyle yürüyormuş, herkes...
Derken bir gün uzak diyarlardan bir yolcu gelmiş ve buraya yerleşmiş. Hemen ona koltuk değnekleri verilmiş ve ülke sınırları içerisinde bulunduğu müddetçe bu değnekleri kullanmasının uygun olacağı söylenmiş. Adam çok şaşırmış buna. Nedenini sormuş. Demişler ki ‘şimdiki kralın merhum babası bunlara ihtiyaç duyardı ve o günden beri biz de ülkenin tamamı olarak krala olan sadakatimizi böyle yerine getirdik, getiriyoruz. Senin de yapman gereken budur.’
Ancak tuhaf bir şey olmuş. Adam onları çok takdir ettiğini ama kendisine verilen değnekleri kullanmayacağını söylemiş. ‘Neden?’ demişler hayretle. ‘Nasıl yani?’
Cevabı çok basitmiş adamın: ‘Çünkü onlara ihtiyacım yok!’ İnsanlar buna çok alınmışlar ve elbette onu bir biçimde dışlamışlar. Olacak iş değilmiş! Adam bakmış olacak gibi değil başka bir diyara gitmiş. Ama... İşte buradaki ama çok önemli. Aslında değişimin başladığı yer de burası olmuş! Şöyle bir fısıltı dolaşmaya başlamış bütün ülkede:
‘Duydun mu? Kullanmayı öylece reddetmiş, çünkü ihtiyacı yokmuş. Bazı insanlardaki cesaret de...’
Sonrası ne mi olmuş?
Sizce?
Zamanla herkes yürümeye başlamış. Ne olacak.
***
Bazen küçük bir cesaret, büyük bir adımdır ve etraftaki nice mantıksızlığı, o mantıksızlığın gölgelediği saçmalıkları, yalanları, örtüleri net bir biçimde görmemize yardımcı olacak bir eşik anlamına gelebilir. Engeller ortadan kalkar ve neredeyse ‘gönüllü’ öğrenilmiş çaresizliklerin yerini sahici çözümlere bırakır.
(Bu yazıdaki hikayeyi Judith Malika Liberman’ın ‘Masallarla Yola Çık’ adlı kitabından aldım-hep kitap)