O yalan bu yalan
.
Özellikle son altı aydır olup bitenleri yeniden düşünmek için ABD’de yayınlanan son insan hakları raporuna bakmakta fayda var. Gerçi şunu da adımız gibi biliyoruz. Her nasılsa ezbere bağlanmış bir karşıt görüş devreye girecek ve hemen yapıştıracaktır: Yalan!
Hemen denilecektir ki ‘paralel devletin işleri bunlar, faiz lobisi bu işlerin içinde var, gül gibi ülkemizi bölmek istiyorlar, bizi kıskanıyorlar,’ şu bu...
Gezi’de ve 17 Aralık sonrası yaşananlar
İnsana saç baş yoldurtan bu açıklamaları kanıksamış bir hâlde raporda geçenleri genel hatlarıyla düşünelim:
Ülkemizde Gezi protestoları sırasında yaşananları, 17 Aralık sonrasında ortaya çıkanları insan hakları ihlali olarak görüyor rapor. Böyle olduğunu görmek için aslında bu tür raporlara ihtiyacımız bile yok. Zaten böyle. Görünen köy kılavuz istemiyor. Bu ülkede elini vicdanına koyabilen herkes bunun böyle olduğunu biliyor.
Gezi Parkı direnişi esnasında ülkenin insanlarına yaşatılanlar insanlık ayıbıdır. Hak ve özgürlüklerimize yönelik uygulanan o şiddetin farklı dalgaları hâlâ üzerimizdedir. Sokaklarda gencecik çocuklar kıstırılmış ve döve döve öldürülmüşlerdir. Bu yaşanan felakete ‘milyonları evde tutamıyorum’ diye geliştirilen söylem, ülkenin insanlarını ‘sen ve ben’ kargaşasının içine sokmaktan öte hiçbir yere gidememiştir. Ülkemizde, öyle böyle değil; iyileşmesi yıllar alacak derin bir kutuplaşma yaratılmıştır.
Beraber yürüdük biz bu yollarda
Öte yandan 17 Aralık sonrasında, şimdilik 4 bakanın istifasıyla sonuçlanan yolsuzluk ve rüşvet dalgası, yine bu ülke insanlarının maruz kaldığı çok ciddi hak ihlalleri anlamına gelmektedir. Sokaktaki insanların çoğu kendilerini ‘soyulmuş’ hissetmektedir. Bu yaratılmış olan güvensizlik ortamı ise, yine iyileşmesi yıllar alacak toplumsal bir travma anlamına gelmektedir. Kimsenin kimseye güvenmediği bir toplum! ‘Beraber yürünen yol’un 2014’te vardığı yer budur işte.
Toplumsal olarak yaşadığımız sansür ve otosansüre gelecek olursak: Söz konusu raporda gazetecilerini içeride tutan, ifade özgürlüğünü sürekli darboğaza sokan, basını ve interneti yasaklayan bir devlet anlayışından söz edilmekte. Bunun için ‘paralel devletin işleri’ diye sürekli teoriler üreten zihniyete şunu sormak isterim: Tüm bunlar yalan mı? Gazetecilerin cezaevinde olduğu yalan mı? Basına sansür getirildiği yalan mı? Sustalı maymunlara dönüştürüldüğümüz yalan mı? Hangi demokrasiden bahsediyorsunuz?
Yıl 2014. Türkiye, sen buralarda olmamalıydın.
Neyse. Soluk alabilmek adına güzel bir haber verelim: Dün Kadir Has Üniversitesi’nde Nükhet Eren Yazarlık Atölyesi işbirliğiyle Mahmut Yesari Sempozyumu düzenlendi. Bu tür buluşmalar hepimizin ufkunu genişletiyor. Üniversite son iki yıldır Modern Türk Edebiyatı Sempozyumları başlığı altında Tezer Özlü ve Yusuf Atılgan sempozyumlarını da gerçekleştirdi. Edebiyatseverler büyük ilgi gösterdiler. Bu sene de nisan ayında aynı başlık altında Leyla Erbil Sempozyumu düzenlenecek. Düzenleme Kurulu’nda yer alan isimlerden biri de Özge Ercan. Özge’yi Varlık, Sıcak Nal ve Yasakmeyve’den tanıyorum; edebiyatla olan ilişkisi ve çalışkanlığı sempozyumların ruhuna da geçmiş durumda.