Nedir Bu Kadınların Çektiği!
.
Bugün kadınlara yönelik şiddetin ‘görünür’ kılındığı Uluslararası Kadına Yönelik Şiddete Son Günü.
Geçtiğimiz ekim ayında İstanbul’da kapsamlı bir kurultay gerçekleşti. Türkiye’deki Kadın Sığınakları ve Danışma-Dayanışma Merkezleri’nin 16. kez toplandığı bu kurultayda önemli kararlar alındı. ‘Neo-liberal ve Neo-muhafazakâr Politikalar ve Ayrımcılıklar’ başlığı altında 200 katılımcının eşliğinde birçok konu masaya yatırıldı, yeni liberal muhafazakâr politikaların kadınlara nasıl yansıtıldığı tartışıldı.
Bu kurultayın, tam da bugüne yönelik sonuç bildirgesinin başlıkları şöyle:
1- AKP politikaları şiddeti önleyemiyor, erkek egemenliğini güçlendiriyor.
2- Devlet, erkek şiddetinin sözcüsü olmaktan vazgeçmelidir.
3- Erkeklerin şiddetine ancak kadınları güçlendirecek uygulamalarla son verilebilir.
Kadının rolü
Bildirgenin önemli alt başlıkları var. Devletin şiddetle mücadelede yeni bir merkezi yapı kurmakta olduğu, bu yapının belediye ve kadın örgütlenmelerinin çalışmalarına müdahale riski taşıdığı, devletin bu örgütleri birer devlet kurumu gibi görme eğiliminde olduğu gerçeği bunlardan sadece biri. Kadına yönelik şiddetin sadece aile içi şiddetle sınırlı olmadığı, devlet eliyle de uygulanmakta olduğu hesaplanırsa bu gelişme, son derece tehlikeli bir durumla karşı karşıya olduğumuzun da kanıtı.
Sonrasında sığınma evlerinin durumu geliyor. Sığınma evlerinin yaşamla bağının koparılmaması, buralarda kontrol ve hiyerarşi olmaması; şiddet, gizlilik ve güvenlik konuları haricinde kural konulmaması elzem. Kısaca kadınlar için yeni ayrımcılıklar yaratılmamalı! Dahası, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde sığınak dışı alanların da güçlendirilmesi gerekiyor. Şiddet öncesi ve sonrası gibi ayrımların yapılmaması, sosyal, ekonomik ve hukuksal desteklerin sadece sığınaktan çıkarken değil, süreç esnasında, hatta sığınağa gitmeden önce devreye sokulması önemli. Şiddete karşı tavır almak biraz da bu demek. Kısaca, süreci gözetmek, kesintiye uğratmamak, kadını uğradığı şiddette yalnız bırakmamak.
Yeni politikaların bir diğer önemli sonucu ise kadınlara çocuklarıyla birlikte hizmet veren sosyal kurumların ortadan kaldırılmış olması. Bunların yerlerine inşa edilen Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri ise aynı rolü üstlenemiyor. Sayıları sınırlı ve bu az sayıdaki merkez, kentlerin neredeyse dışında. Bunlara ulaşamayan, karakollara başvurmaktan çekinen kadınların durumuysa belirsizliğini korumaya devam ediyor.
Referans hep ev!
Sonuç olarak atılan adımların hemen hepsinin bağlandığı nokta, gıcır gıcır ambalajlardan çıkmalarına rağmen hep aynı referansa hizmet ediyor. Ne yazık ki bu referans, dolaylı ya da dolaysız biçimde kadına hep ‘ev’i gösteriyor. Gösterilen evde ise ona biçilen rol hep aynı: Geleneksel, uyumlu, fedakâr eş ve annelik rolü.
Yaşadığımız zaman diliminde bu geleneksel rolün hiç ama hiç değişmemesi, hatta giderek dozunu artırması kadınların birey olma şansını sürekli baltalıyor. Onlar adına karar veren erkek bir devlet zihniyetinin olması bu şansın kaçırılmasında çok önemli bir paya sahip. Böyle olduğu müddetçe de kadınlar için yaşam hep ertelenen bir süreç demek. Ertelenen, ötelenen ve sonra tamamen unutulan bir süreç.
Bu da iyimser bakış açısıyla ne demek biliyor musunuz? Mutfaktaki raflarıyla konuşan kadınlar demek. Kötümser tabloda ise korkuyla yaşayan, sonrasında canından olan kadınlar var.
Sonuç: Devletin kadına geleneksel rolleri hatırlatarak günü kurtarmak yerine, şiddetle mücadelede kadından yana kurumsal bir yapı oluşturması artık şarttır. İmzalamış olduğu CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi) ve İstanbul Sözleşmesi ile ilgili sorumluluklarını yerine getirmesi şart.