Mutluluk Oyunları
.
Dünya Mutluluk Raporu’nu ve sonuçlarını okurken bir yandan da Sevgi Soysal’ın Şafak’ını yeniden okuyordum. Şafak’la rapor birbirine bakıp bakıp duruyordu. Bu bakışmadan pek bir sonuç çıkmadığını ifade etmek durumundaydım! Nedeni belliydi: Ülkemiz mutluluk kıstasında dünya sıralamasının ortalarında yer alıyordu. Mutluyduk işte... Benzeri bir durum Kadir Has Üniversitesi’nin hemen her yıl yaptığı araştırmada da ortaya çıkmıştı. Türkiye, adaletsizliklerin, hak ve özgürlüklerin ters yola girmiş hallerinin, kadın cinayetlerinin, ekonomik darboğazın, savaşın, eğitimdeki lime limeliğin vb. ortasında mutlu olabilen bir ülkeydi! Bu yüzden Mutluluk Raporu’nda da ta diplerde yer almadığımıza şaşırmamak gerekiyordu. Portekiz, Yunanistan, Sırbistan gibi ülkeleri sollamıştık. İnsana ‘vay be’ dedirten bir noktaydı bu.
Raporla Şafak’ın birbiriyle bakışması ve bu bakışmadan pek bir şey çıkmamasına gelecek olursak:
12 Mart’ın en nitelikli kitaplarından biri olan Şafak’ta, yazar bizimle içten içe mutluluğun ne olduğunu tartışır. Kitabın kahramanı Oya’nın, tesadüfen gittiği bir evde basılması, baskından sonra evdekilerle birlikte gözaltına alınması ve bir bilinmeze itilmesinin öyküsüdür kitap. Aslında suçun ne olduğunu da tartışan bir yanı vardır. Ancak sadece bununla yetinmez Sevgi Soysal. Oya’yı özgürlüğüne tekrar kavuşturduğunda, Oya’nın mutluluğu ile değil, özgürlüğün gerçekte ne olabileceği sorularıyla burun buruna getirir bizleri. Özgürlük herkes için özgürlük anlamına gelebildiğinde, adaletin işleyiş mekanizması herkese ulaşabildiği zaman, işte o zaman gerçek özgür bir toplumdan bahsedebileceğimizi belirtir. Elbette şunun da sonuna kadar farkındadır yazar: Bu toplum ‘ bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ diyebilen bir toplumdur. Dahası da. Bu toplum, en ufak bir çıkar çatışmasında sürekli olarak kendini mağdur gösteren ve bu mağduriyeti, alanı her ne olursa olsun, kâr hanesine yazmaya düşkün insanlarla da doludur. Buna rağmen Oya’ya ve Oya gibilere duyduğu inancın sarsılmazlığı da ortadadır. Bir insanın özgürlüğü kadar mutluluğunun da en az kendisi kadar özgür ve mutlu insanların varlığı ile zenginleşebileceğinin açık, yalın ve net bir örneğidir Oya. Öte yandan Sevgi Soysal’ın, bu tür mutluluğa inanmayanlara taviz vermediği de ortadadır.
Elbette buradaki şu soruyu da önemli buluyorum: Kitap 12 Mart döneminde değil de günümüzde yazılsaydı, Oya’nın temel çelişkisi ne olurdu? Sanırım bu konudaki koyu yalnızlığı, başat bir karakter özelliği olurdu. Ancak umuda inanan bir yazar olan Sevgi Soysal’ın bununla yetinmeyeceğini de düşünüyorum. Ne yapar eder Oya’nın yalnızlığının ıssızlık olmadığını vurgular, o yalnızlıkta farklı bir sessizliğin çoğulluğuna odaklanır ve bir yolunu bulup Mutluluk Raporu’ndaki ‘mutluluğumuza’ o şahane dalgasıyla bir bardak soğuk su katardı.
Yolsuzluktan kıvranan, demokraside sınıfta kalan, ifade özgürlüğünde ‘aaa o da neymiş’ diye tavana bakan bir ülkede gerçek mutluluğu arama ve bulmaya yeltenme çabası elbette çok ama çok kıymetli; ancak garip bir mutluluğu mış gibi, kendine duvarlar örerek, inatla ve vurdumduymaz sağır bir sultan edasıyla sürdürmekse abesle iştigal.
***
Bir kitap önerisi: Ayşe Sarısayın’ın kalemiyle tatlanmış ‘Denize Yazıldı’yı bu sonbaharda okuyun derim. Zenginleşeceksiniz!