Şampiy10
Magazin
Gündem

Milica Tomic’in öyküsü

.

ABONE OL
Vatan Haber

Bu öyküyü anlatmadan önce ülkemdeki açlık grevlerinin bitmesinden ötürü duyduğum mutluluğu dile getirmek istiyorum. Açlık grevleriyle değil, söz ve iletişimle birbirimizi anlayabileceğimiz günlerin umuduyla, ölümle değil yaşamla anlam kazanan ömürlerin bu coğrafyaya yakıştığı zamanların beklentisiyle yazıma başlamak.

***


Milica Tomic’in öyküsüne gelirsek... Yolum üç günlüğüne Avusturya’ya, Graz’a düştü. Bu küçük kentin yoğun kültür programında Baklava adı verilen bir edebiyat etkinliği çerçevesinde Lübnanlı yazar Alawiyya Sobh, Mısırlı İbrahim Farhali, Hırvat Jurica Pavicic ve Arnavut şair Arina Leka ile buluştuk. Kültürlerarası bu zengin yolculukta Tomic’in öyküsüne rastlamam ise baklavanın ardından içilen bir Türk kahvesi lezzetindeydi.

Ona, mimarisi nedeniyle ‘Dost Uzaylı’ diye de bilinen Graz Kültürevi’ndeki (Kunthaus Graz) bir sergide rastgeldim. Bu ilginç bina Graz 2003’te Kültür Başkenti seçildiğinde inşa edilmiş ve o günden bu yana Graz’ın önde gelen yapıları arasına girmiş.

Bu öykü, bir enstalasyon sergisinin, yani belirli bir mekân içinde yaratılmış, mekânın özelliklerini kullanarak izleyenlerin katılımıyla gerçekleşen bir serginin en etkileyeci parçalarından biriydi. Videodaki kadın dünyanın bütün dillerini kullanarak ‘Ben Milica Tomic,’ diyor ve arkasından hangi ülkenin vatandaşı olduğunu söylüyordu. Bir ara Türkçe, ‘Ben Milica Tomic, ben Türküm’ derken de yakaladım onu!

Bu sözlü efekt esnasında, üzerinde beyaz askılı bir elbise vardı kadının. Güzel, alımlı bir kadındı, kumral saçları ise arkadan örülmüştü. Bir yandan da ekranda dönüyordu. Bu sırada sürekli olarak farklı dillerde ama aynı cümleyi tekrarlıyordu. ‘Ben Milica Tomic...’ Kadın dönüyor ve her dönüşünde biraz daha ‘kanlanıyordu’. Bir süre sonra kadının bütün yüzü, sırtı, kalbi, şakakları kanla doldu. Artık giysisi beyaz değil, kırmızı lekelerle dolmuştu. Kumral saçları, tuhaf bir kızıllık almıştı. Buna karşın ekranda dönmeye devam ediyor ve aynı ses tonuyla ‘Ben Milica Tomic’ diyordu. Ben Japonum, Fransızım, Kongoluyum... Hemen hemen dünyanın bütün dillerini mırıldanırken Milica Tomic adlı hayali kadın kana bulanıyordu.

Bir süre sonra bir rüzgâr havalandırdı karnını, hafifçe titredi kadın; besbelli bir bomba yemişti karın boşluğuna. Sonra yine döndü ekranda. Gözleri onu seyredene kilitlenmişti. Bu gözlerde çok net seçilen bir buğulanma vardı artık. Milica Tomic, dünyanın bütün dillerinde kurşunlar yiyen o kadın usul usul ağlıyordu. Sonra bir bomba daha yedi. Bu kez omuriliğini kaplayan kumaş havalandı. Yine sarsıldı kadın. Ardından dönmeye devam etti. Cümlesi ise belliydi. ‘Ben Milica Tomic...’

Doğrusu bir savaş karşıtlığı bu kadar güzel ve yalın bir biçimde anlatılabilir, savaşlarda en çok yara alanların, ölenlerin, yitenlerin başında kadınların geldiği fikri bu kadar etkili bir biçimde sunulabilirdi... ‘Ben Milica Tomic.’ Kıpkırmızıydı kadın artık.

Sırp performans sanatçısı Milica Tomic’in canlandırdığı bu hazin öyküyü zihnime kazırken bu ilginç yapıyı gezmeye devam ettim. Bu esnada elbette İstanbul düştü aklıma! İnsan kendi kenti ‘kültür başkenti’ seçildiğinde de buna benzer görkemli bir yapının, böylesi kalıcı, dev bir sanat eserinin her biçimde iz bırakan varlığına tanıklık edebilmeli diye düşündüm. Derken o günlerdeki çekişmeler de aklıma geldi. ‘Yakinim olur’ tavrı yüzünden onca paranın nasıl çarçur edildiğini hatırladım ve geriye kalan o koca ‘boşluğu’. ‘İstanbul’un başkent olması kimilerine pek yaradı, asıl yaraması gerekenlere ise ne kaldı?’ diye sordum kendime. Hiçbir şey!

Onca paranın nereye gittiğini kimse kimseye sormadı bile. Bunun kader olduğuna alışmışız bir kez...

Sohbetimiz esnasında Lübnanlı kadın yazar Alawiyya Sobh Arap Baharı’nın başta onları ne kadar heyecanlandırdığını ama bilinmez bir elin bu hareketi bambaşka bir yöne itelediğini söylerken çok hüzünlüydü.

‘Ah bu bilinmez eller!’ diye isyan ettik çaresizce. Savaşa, kargaşaya, çatışmaya, gençlere, kadın bedenine, geleceğe, kültüre, sanata, gündelik yaşama, yaşama, hatta yaşama hakkına müdahale etme ‘hakkını ve cüretini’ kendinde gören şu bilinmez eller.

Yüzsüz, çirkin eller.

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Tek perdelik
  2. Cumhuriyet Bayramı
  3. Yaşlanmak ve yaşlılık
  4. Milyonlarca Yıldız
  5. Çöküşler
  6. Biri serbest mi dediniz?
  7. Tecavüzcü
  8. Cinsel şiddet
  9. Af
  10. Başka başka konular

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.