Kurban
.
Hak yerini bulacak.
Bu felaketler böyle sona erdiğinde
Herkes kendi kaderini yaşayacak.
Anlaşma böyle işte. Saygı göstermek gerek,
Sonuna kadar direnmeyi becerene!
Bu satırlar asırlar önce yaşamış Fransız yazar François Rabelais’den, onun meşhur Gargantua adlı kitabından. İyi edebiyatın zaman tanımazlığına örnek, hâlâ okunuyor ve okurunu düşüncenin farklı ufuklarına taşımayı başarıyor. Yazarının keskin ironisi ve mizah yüklü satırları aklınıza gelebilecek her yere uzanıyor. Dönemin eğitim sistemine, askeri nizamına ve dinle kurduğu bağa epey yükleniyor kitap!
Sonuç: Gargantua’dan 5 asır sonra hâlâ aynı konular etrafında dönüp durduğumuza göre ya insanlık hiç değişmiyor ya da yaşam dediğimiz bir kısır döngüden ibaret! Hangisi daha kötü bilmiyorum. Hal böyleyken hiç değilse ‘kurban’ kavramının yaşamlarımıza teğet geçtiği bir günde esasında yaşama neleri kurban ettiğimizi bir kez daha birlikte düşünelim istedim.
Ne kadarımız umursuyor emin değilim. Bir bayrama girerken bu ülkede açlık grevleri yaşandığını biliyor olmak beni bir insan olarak çok rahatsız ediyor. İki tarafın da hoşuna gitmeyecek o cümlenin etrafında tavaf edip duruyorum. ‘Yaşam kıymetlidir’ diyorum ve bu kıymet kimsenin güdümü altında değildir, kim ne derse desin yaşam hiçbir teraziye konulmamalıdır. Direnmekten yaşamı ve yaşam içersindeki çözümleri anladığım için belki de.
Bir yandan da bir ay önce cezaevinden çıkmış bir gencin sözlerini düşünüp duruyorum. ‘Her şey için çok geç kalındı Abla! Yaşamlarımızın hiçbir önemi yok artık.’ Arkadaşlarının hepsini cezaevinde bırakmış, çoğu açlık grevindeler.
O zaman bile, yani yaşamın bir gerçeklik fikrinden bir kabusa dönüştürüldüğü bu beter noktada bile vicdani pusulalarımızın inatla yaşamı göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Elbette gencecik insanlara bırakılan böylesi bir ‘kâbus’ için, biz yetişkinlerin söyleyebilecek daha nitelikli, kavrayıcı, sağaltıcı sözleri olmalı. Sürekli olarak yaşamak ve yaşatmak üzerine vurgu yapmaktan daha öte bir şeyler. ‘Protesto ediyorum’ dediğiniz zaman gerçekte neyi protesto ettiğinizi doldurabilecek, sözcük bulamaçlarının içinde kaybolmayacağınız bir gerçeklikten bahsediyorum. Daha iyi bir anayasa, nefreti azaltacak bir söylem, düşmanlığı ortadan kaldırabilecek önlemler, iyi niyetliliğin saflık olarak algılanmayacağı bir dünya görüşü, farklı düşünceleri konuşabilme özgürlüğü, özgün düşüncelere berrrak bir perspektiften bakabilme yeteneği, hantallıkları sağduyuyla aşabilme cesareti... Hepsine tamam. Ancak ilk etapta bu ülkedeki hiçbir genci, ama hiçbir genci çözüm diye ölümün kucağına atmamalıyız. Onları ölüme kurban etmemeliyiz. Yaşarken yaşayan ölüler haline getirmemeliyiz. Başlangıç noktası bu olmalı.
Kanımca direnmek sadece yaşamla mümkündür. Yaşamı, yaşantı ile doldurabilmekte.
Ataol Behramoğlu’nun ‘Bu Yangın Yerinde’ diye bir şiiri var. Bir bölümünü sizlerle paylaşayım. (2 aylık şiir dergisi Yasakmeyve’nin Temmuz-Ağustos 2012 sayısında tümü mevcut)
Toplanıyor ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek
Kiminin boynunda ilmeği
Kimi kanını silerek.
Kucaklıyor beni Metin Altıok.
‘Aldırma’ diyor gülerek.
‘Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak.’
Bayramınız kutlu olsun.