Karanlığın Faydaları
.
Everest Yayınları Alman yazar ve ressam RorWolf’un 29 denemesi ve 79 kolajından oluşan çarpıcı bir kitap sundu bizlere. ‘Karanlığın Faydaları’ (çev: Regaip Minareci) gündelik hayatın izleğinden yola çıkarak ilginç sorular sorduruyor. Hele o kolajlar yok mu, o kolajlar! Wolf’un fantastik dünyası içersinde eriyip giderken okuma ve yazma eylemlerinin yaşamakta olduğumuz böylesi bir sıradanlıkta ne işe yarayabileceğini tekrartekrar düşünüyorsunuz.
Şöyle bir bölüm var kitapta:
‘Ertesi gün uyandığımda havayı kucakladım. Ağzımı kapattım. Söylemek istediğim her şey söylenmişti.’
Her şey!
Size de olur mu bilmiyorum. 21. yüzyılda buna benzer duyguları sıkça yaşıyorum. Nice anlamsızlığın, nice vasatlığın, savaş narasının ortasında diyelim ki tanımadığım bir kentin bir otel odasında uyanıyorum, zorlanarak da olsa camı açıyorum, tanımadığım o kentin 21.yüzyıldaki tozlu, gürültülü havasını kokluyorum ve o zaman insana dair hemen her şeyin söylenmiş olduğunu fark ediyorum. Ve yine o zaman tüm bu satırları neden tekrar tekrar yazdığımı(zı) düşünmeye başlıyorum. Derken, o esnada, diyelim ki Kobane’deki haberler yağmaya başlıyor. Savaşın zulmünü yaşamış bir dünyanın neden hâlâ buralarda olduğuna içlenip, yine, evet yine yapılabilecek tek şeyi yapıyor bilgisayarın karşısına oturup yazmaya girişiyorum. ‘Savaş bu dünyanın en büyük kıyımıdır’ diye. Ya da göçün tarifsiz dertlerine yeniden, hiç yaşanmamışçasına kafa patlatlamaya. Karanlığın faydaları, biraz da bu anlama geliyor galiba... Yeniden, sıfır noktasında, sözcüklere sığınıyorsunuz.
***
Bunları düşündüğüm sıralarda tanıyorum Muammer Gezginci’yi. İzmir Karşıyaka’daki bir kütüphanede, bir edebiyat etkinliğinde karşıma çıkıveriyor. Gençlerle savaşı, göçü, farklılığı tartışıyoruz. Sonrasında Muammer Bey kendi öyküsünü anlatıyor. 10 yaşında Üsküp’ten gelen dil bilmez, Karşıyaka tanımaz çocuk halini. Demirci çırağı olarak verildiği yerdeki ustasının, ondaki zekayı gördüğünde ‘bu çocuğa yazık etmeyin okula gitsin’ deyişini. 10 yaşındaki Muammer’in ailesini sabah simit satar, sonra okula giderim diye ikna edişini. Okulun ilk sabahında annesinin onu sabahın 4’ünde kaldırışını. Karanlıkta fırına gittiğinde fırıncıların ona acıyıp sen şuracıkta uyu simitler çıktığında sana haber veririz deyişlerini.
Sonrasında sabah 7’ye kadar simitleri satmış Muammer Bey. Gün iyice ağardığında ise okula gitmiş. Gidiş o gidiş! İlk sene sınıf arkadaşları çok dalga geçmişler onunla. Dilsizliği, yabancılığı yüzünden. O ise ‘Görürsünüz siz, ilerde ben size öğreteceğim!’ demiş. Ve ertesi yıl sınıf birincisi olmuş. Sonra matematik öğretmeni olmuş. Sonra hızını alamamış, simit sattığı Karşıyaka’nın Milli Eğitim Müdürü olmuş. Ve Karşıyaka’ya, nice riski göze alarak, bugün Milli Eğitim’in çocuklar ve gençler adına örnek alması gereken bir sürü hizmet sunmuş! Bunlardan biri de çocukların standartlara göre değil, yeteneklerine göre yaşama yönlendirilmesiymiş. Tam da bu noktada öğretmenlere düşen görevin de altını çiziyor Muammer Bey. Diyor ki ‘Öğretmen olunmaz, öğretmen doğulur!’ Şimdilerde ise Karşıyaka Belediyesi Eğitim Komisyonu Başkanı. Şu anki gidişattan ötürü biraz karamsar ama asla umutsuz değil. ‘İnsan varsa umut da vardır’ diyen ve dünyanın hâlâ dönmesine katkı sağlayan o nadide insanlardan biri o. Üzerine çöken karanlığı, söylenmiş olan her şeye rağmen, yeniden, bıkıp usanmadan dönüştürmüş ve dönüştürecek o insanlardan.
Ya bizler? Yazarlar?
Bu konuda da söylemek istediğim her şey önceden söylenmiş zaten: Yani yazmaya devam...