Kalimera Fener, Şalom Balat
.
Mustafa Yoker, ‘Kalimera Fener, Şalom Balat’ adlı kitabında renkli çocukluğunun izini sürmüş. İstanbul’un azınlık kültürünün azınlıkların tasfiyesiyle nasıl değişmiş olduğunu tasvir ediyor ve çoğulluktan beslenen mahalle kültürünün coşkusunu bizlerle paylaşıyor. Kalaycılar, hallaçlar, bileyciler, zerzevatçılar arasındaki çokkültürlülüğün keyfi bu! Sinagoglar, meyhaneler, şekerci dükkanları, eski eczanelerden yansıyan. Yazar mahalle düğünlerinin keyfini, Alaska ve Frigolu yazlık sinemaları, mahalle bekçilerini, arsalarda oynadıkları kukalı saklambaç, uzuneşek ve çelik çomağın keyfini, gazoz kapaklı oyunları, arapsabununun rahiyasını anlatıyor bize. Tek yapraklı sarı saman kağıtlara zamanın ünlü şarkı sözlerini yazan şarkı sözü satıcılarını gözümüzde canlandırmamıza vesile oluyor, o hay huy içerisinde mahalle yoğurtçusunun sesini, sevgililerin aşk mektuplarını gizlice taşıyan bohçacı kadınların mırıltılarını duyuveriyoruz. Fıstıkdibi Aile Gazinosu’nda semaver eşliğinde demlenen Haliç manzarasına bakarkense başka bir sesle irkiliyoruz.
6-7 Eylül olaylarında çok ağır bir şok yaşamış olan semtteki gayrimüslimlerden söz ediyor bizlere Yoker. Sonrasında işin bununla bitmediğinden, 1970’li yıllarda Kıbrıs’ta yaşananların bu insanlar üzerinde yarattığı korku ve tedirginlikten bahsediyor. Semte yeni yerleşen Anadolu ailelerinin çocuklarının, basın ve radyo aracılılığıyla nasıl dolduruşa geldiğinden, sokakta tek başına yakaladıkları Rum çocuklarını sıkıştırıp dövdüklerini aktarıyor. Korkunun egemenliğinden, mahalleyi sarmaya meyilli tek sesten. Tanıdık geliyor elbette! Linç kültürünün kültür, zaman ve yer tanımazlığı bu.
Şu linç kültürü
Hatırlayabileceğiniz gibi 6-7 Eylül olayları sonrasında onca can kaybı yaşandı. Talan edilen yerler de cabası. Bir utanç sayfası olarak yazıldı tarihimize 6-7 Eylül. Kadınlara tecavüz edildi, insanların onuruyla oynandı. Rumları hedef alan bir saldırı gibi gözükse de bu talandan Ermeni ve Yahudiler de nasiplendi.
Toplumumuzdaki linç kültürü refleksini anlamak için bu yüzden çok uzaklara gitmeye gerek yok; geçmişin üzerimizdeki tozlarını birazcık silkelediğimizde neyin ne olduğunu çok net anlıyoruz.
Geçmişle bu anlamda yüzleşmek neden önemli?
Bu gerçekleştiğinde toplumumuzun katmanlarına nüfuz etmiş ırkçılığın en dip noktasına erişebilir, sekter milliyetçiliğin bir gurur kaynağı değil herkesin başına bela olan karanlık bir kuyu olduğunu da anlayabiliriz. Şovenizm kadar bir toplumu içten içe yiyen bir kurt olmadığını, örneğin. Dahası kendi gibi olanların dışında kimseye tahammül edememenin de buralardan ürediğine dikkat kesilebiliriz. O nefret dilinin tohumlarının buralarda atıldığına... Çok sesliliğin, renkliliğin, insani dokunun ve yaşamın katmanlılığının böyle talan edildiğine.
Bugün mü? Bugün İstanbul’da bir avuç Rum kaldı. Şunu anlayabildiğimizde hepimiz feraha ereceğiz: Sadece Rumlar eksilmedi; hepimiz eksildik. Sesler, renkler, geçmiş, mahalle, hepimiz.