İnsan‘oğlu’
.
‘Hiçbir yön açık, hiçbir ışık kesintisiz değildi ormanda. Yaprakla dal, ağaç gövdesiyle kök, gölgeli ve karmaşık olan, rüzgârı, suyu, güneş ışığını, yıldız ışığını hep bölüyordu.’
Bu alıntıyı Ursula K. LeGuin’in Dünyaya Orman Denir adlı kitabından aldım. Bu kitapta yazar bizlere düşlerin gündelik yaşama sızdığı bir topluluğu anlatıyor. Barışçıl bir halkın (insan ırkından değil bunlar) kolonici insan‘oğluna’ karşı verdiği bir direniş masalı var karşımızda. Bu direnişin özünde kolonici ruhuyla hareket eden ‘insanoğlu’nun doğaya ve yaşama hürmeti baş tacı etmiş anaerkil bir topluluğa karşı giriştiği bir ‘ehlileştirme’ projesi söz konusu. Tahmin edebileceğiniz gibi bu kolonici ruhta hemen her şey ‘kullanım’a haiz. Doğa bunun başında geliyor. Kadın? Sormanız bile hata. Kadınların tek getirisi var. Damızlık olmaları!
İnsan merkezli bu ‘ruh’ta (artık neresi ruhsa) fetih hali ve bu fetih ruhundan kaynaklanan egemenlik takıntısını pompalamak da esas. Hemen her aşamada verilen mesaj belli: Her yer fethedilmeli, ele geçirilmeli, sömürüye yeni alanlar açılmalı. Tehdit unsuru olabilecek her şey (bu sistem içerisinde kendi gibi düşünmeyen her şey, kaçınılmaz olarak düşünmenin kendisi de elbette) bertaraf edilmeli.
Oysa...
Oysa bizim düşlerin gündelik hayata sızdığı insan‘oğlunun’ kıl olduğu topluluğumuzda yaşam bambaşka bir boyutun içerisinde sürüyor. Ve temel görüşleri de ‘dünyaya orman denmesi’ üzerine kurulu. Bu ne demek peki? Hiçbir dayatılan ‘gerçek’ keskinlik arz etmez demek. Gerçek doğrusal değildir demek. Dahası umulmayanı hesaba katmak demek bu.
Evet! Gerçeği üretenlerin kimler olduğuna bakıldığında aslında çok haklılar. Çünkü gerçek, kitaptaki satırlara baktığımızda da gördüğümüz gibi sadece güçlünün ve iktidarı kuranın elinde. Güçlüyü ve iktidarı destekleyenin elinde. Yön, keza öyle. Işık? Ee, o da.
Oysa ormanda Ursula K. LeGuin’in de belirttiği gibi hiçbir yön ‘net’ değil. Yekpare gerçekler gibi yekpare çözümler de işe yaramıyor. Bunu fark edebilmenin en önemli koşulu ise ‘gerçek’i satın almış hiyerarşilere karşı mücadele etmeyi öğrenmek.
Kitap barışçıl bir halkın bu açlığı bitip tükenmez insan‘oğluna’ karşı giriştiği çekişmenin özeti. Bir bilimkurgu. Gezi direnişi esnasında çok referans verilen bir kitap oldu. İsabetliydi de. Ancak ben bu yapıtı, doğayı ve insan yaşamını katletmeye meyleden bütün o ‘belagat’ yüklü yalan dolan üzerine kurulmuş bütün iktidar söylemleri için de düşünebileceğimize inanıyorum.
Başka bir hayatın, gerçeğin suretini değil de, içimizdeki aslına dair olanını arayan hepimiz için mümkün olduğuna.
Peki bu yazıyı niye yazdım?
Bu bir yas yazısı. Ancak Suudi Kralı’na yönelik bir yas yazısı olmadığı da açık. Bu ülkede gerçekten yas tutmamız gerekenlere yönelik bir yazı. Düşünelim taşınalım diye yazılmış bir yazı olduğu söylenebilir pekala. Peki yazıdan yas değil de ‘yaz’ çıkar mı?
Çıkar elbette; yazıdan bahar bile çıkar; ama inanın her şey size bağlı.
***
Tekgül Arı arkadaşımız bu sonbahar bizleri çalıştırdı! Üstün çabalarıyla da kısa bir zaman dilimi içerisinde ‘Taşa Fısıldayan Öyküler Kobane’yi okurlarla buluşturdu! Yurt içi ve dışından 38 yazarı kapsayan bir derleme kitap bu. Şubat’ın ilk haftasında raflarda olacak. Böylece savaşın insanları ve yaşamı ilgilendiren kısmına, kesik kesik de olsa bir ışık tutulmuş olacak. Teşekkürler Tekgül.