Haydar Paşa’nın evi
.
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Çocuk ve Mimarlık Çalışmaları Merkezi anlamlı işlere imza atıyor. Çocuklara ‘mimarlık ve kent farkındalığı’nın kazandırılması için yarışmalar düzenliyor. Bu yılki ‘Kentimi Okuyorum Çocuk Kitapları’ yarışmasında 3-6 yaş kategorisinde birinci olan eser elime ulaştı! Fuat Sevimay çocuklar için Haydarpaşa’yı seçmiş ve ‘Haydarpaşa İstanbullularındır’ demiş. Pek de iyi etmiş! Minik okurlara Haydarpaşa’nın kent dokusuyla iç içe geçmiş bir yapı olduğunu ve bunun ne kadar önemli olduğunu bir oyun gibi anlatmış. Desenlerse Ayşegül Sevimay’a ait. Yazar, bu güzelim garı, bahçesinde trenlerin dolup taştığı Haydar Paşa’nın evi olarak tasvir etmiş, İstanbul’a yeni gelenlerin denize baktığı bir ev olarak. İstanbul’da yaşayanların bu evi çok sevdiğini söylemiş. Bu ‘evin’ kentteki diğer tarihi eserlerle birlikte bir bütünlük oluşturduğunu belirtirken kentine ve yaşama sahip çıkan insanların kendilerine, hayallerine ve geleceklerine de sahip çıkabilecekleri mesajını vermiş.
Elbette minik okurlardan önce bu ve benzeri ‘meselleri’ Ankaralı ‘büyüklere’ okutmak ve anlatmak gerekli! Ancak işin doğrusu onlar için biraz ‘geç’ kalındığını düşünüyorum çünkü yaşadığın mekânı insanlık adına koruma duygusunun, her eski binayı ‘iri’ otel yapma hülyasına takılmama halinin, dünyanın bir rant yeri değil ‘bütün canlılarıyla ortak bir yaşam alanı’ olduğu şeklindeki sorumlulukların insanlara 0-3, bilemediniz 0-6 yaş arasında daha kolay aşılanabildiğine inanıyorum. Bu gerçekleşemeyince bildiğiniz o bunaltıcı haller ortaya çıkıyor işte: ‘Ben haklıyım, ben bilirim, ben muazzamım, ben kural koyarım, burası benim alanım, ben şuyum, ben buyum.’ Kısacası, bir türlü büyüyememe, ömrünü sürekli bir ergenlik bunalımı halinde geçirme hali. Bu arada ergenlik çağını sürenler bana sakın kızmasın. Benim eleştirim onların yaşadıkları doğal süreçlere değil, doğal biçimde o süreci yaşayamamış, yaşayamadığı için hep bir yerlere takılı kalmış, dolayısıyla büyüyememiş bazı bunalımlı yaşlılara yönelik. Sürekli kızgın, sürekli karşısındakini suçlayan, hor gören, övülmekten başka yaşamda bir anlam bulamayan, eleştirilmeye tahammül edemeyen, iktidara tapan, devamlı atıp tutan, işine geldiği gibi yalan söyleyen bazı yaşlılar için benim söylediklerim. Yeri gelmişken bu tip ‘büyüklerin’ en büyük takıntısının da kendine benzemeyeceğini hissettiği ‘çocuklar ve gençler’ olduğunu belirtmekte yarar var. Bu yüzden sevgili gençlerimizden bir kez daha bu tür ‘yaşlıları’ anlamalarını, anlayamasalar bile mümkün olabildiğince onları hoş görmelerini rica ediyorum. Bilsinler ki yaşam takıntılarla değil keşiflerle güzel!
Takıntı dedim de... Kim ne derse desin Haydarpaşa Garı’nın, yıllardır süren bir ‘iktidar’ çekişmesinin ağına düştüğü bir gerçek. En iyimser tahminle müze vb. bir şeyler yapılacak deniliyor. Zaman gösterecek ne olacağını. Umalım ki Fuat Sevimay’ın anlattığı türden masallar, başta gencecik okurların zihinlerinde başka kapılar aralasın ve böylesi bir mirasa sahip çıkmanın eski kafalılık değil, yaşamdan sorumlu insan olmakla özdeş bir denklem içerdiğini birçoğumuza yeniden hatırlatsın.
Bazı binalar, rastlantısal yolculuklardaki insan sesleriyle dolunca ses verir. Haydarpaşa Garı’nın duvarları da bu sesler yankılandığında yaşar. Eğer amacımız onu kâr amacı gütmeden yaşatmaksa elbette.
Haydarpaşa Garı, gar kimliğiyle İstanbul belleğinin canlı bir parçasıdır, bunu ‘unutmamamız’ dileğiyle...