Hayati Fark
.
‘Şu anda Türkiye’de demokrasi adına yaşanan trajedi, gizli gündemi olan, yasa dışı yollardan iktidar değişikliğini hedefleyen kişilerin yer aldığı bir örgütle demokratik sivil toplum örgütleri arasındaki hayati farkın ortadan kalkmış olmasıdır.’
Taciser Belge’nin Osman Kavala’nın gözaltına alındıktan sonra Bianet’te yayımlanmış yazısından.
***
Bu hayati farkın ortadan kalkması, hemen hepimizin, en olmadık nedenlerle, başına her an her işin gelebileceği anlamına geliyor. İşin aslı toplum için bundan daha beter bir kırmızı alarm yok. En azından benim cephemden bakıldığında.
Hiç kuşku yok, başka cepheler de var.
Örneğin bu hususun kimini hiç ilgilendirmediği cepheler, kimini eh işte ilgilendirdiği, kimini ise bugünkü derbi varken kim ne yapsın bunu diyebileceği bir tribün ruhu cephesi. Bu ruh, zaman zaman hepimize sirayet edebiliyor. Yani, seyirci olmak, sahada yaşananları izlemek ve sonra eve dönmek... Derdim zaten bu değil. Bir de elbette tribünlere oynayanlar var -ki bu yazı onları kapsamıyor zaten.
Kanımca işin asıl önemli boyutu cepheler değil ‘fark’ noktası. Bir şeyi fark edebilmek, farkında olabilmek, algılayabilmek için aynı cephelerde olmak gerekmiyor zaten. Gerekmemeli de. Bir insan ister sahada olsun, ister tribünde, ister evinde, ister tatilde; merceklerini temizleme dürtüsüne sahip olduğunda neyin ne olduğunu anlayabilir gibi geliyor bana.
Futbol cephesi
Derbi ya da futbol deyince, Uruguaylı yazar EduardoGaleano’nunZidane’ın Dünya Kupası diye yazdığı ünlü denemesi aklıma geliyor. 2006 yılına dair bir hatırlatma yapalım: Cezayir kökenli ünlü Fransız futbolcu Zidane, kız kardeşine hakaret ettiği gerekçesiyle İtalyan rakibine kafa atınca oyunda kırmızı kart görmüş ve kısa bir süre sonra futbol kariyerine son vermişti. Günümüzün bu müthiş teknik direktörü (Real Madrid’in Zizou’su) için hüzünlü bir son, hazin bir çığlıktı bu. Birçoğu içinse Zidane’ı karalamak anlamında müthiş bir fırsattı!
Ancak bakın Galeano, kazın ayağı öyle değil diyerek neler söylemiş ‘bu hazin’ gibi gözüken çığlık için:
‘Zidane’ın çığlığı küfürlere karşı bir çaresizlik çığlığıydı, dirseklere, küfürlere, arkadan atılan tekmelere, kendini yere atma uzmanlarının sahtekârlıklarına, yandım anamın ustalarına, seni öldüren ve sonra ben değildim yüzü takınan numaracılara karşı bir çaresizlik çığlığı. Çirkin futbolun ezici başarısına karşı bir çaresizlik çığlığıydı; çeşitliliğin düşmanı küreselleşmenin bize dayattığı futbolun tamahkârlığına, korkaklığına ve kıtlığına karşı bir çığlık. Nitekim şampiyona ilerledikçe Zidane’ın bu sirke ait olmadığı daha çok belli oldu. Onun büyücü sanatları, efendiliği, melankolik zarafeti başarısızlığı hak ediyordu, tıpkı başarı modelleri üreten çağımız dünyasının, bu vasat Dünya Kupası’na (2006) müstahak olması gibi.’
Galeano’nun bu ‘farkı’ gözlerimizin önüne sermesi, tecrübe ettiklerimize en ilgisiz gibi gözüken futbolda bile bazı noktaları ‘net’ olarak algılayabileceğimizi gösteriyor, kanıtlıyor. Kısacası hangi cephede olursak olalım sapla samanı birbirinden ayırma şansımız ve fırsatımız var. Ne için? Aslında aynı gemide olduğumuzu daha duru görebilmek ve alarmlara karşı alesta durabilmek için.