Gidilmemiş Her Yer
.
Geldiğinde
Kelimelerden bir dağ koyacağım önüne
Senin kışın,
Baharın olacak kelimeler.
Dağ başında bir rüzgârı anlatacağım sana
Sevmeyi gösteren bir rüzgâr.
O dağ
Bağlanmayı anlatır insanlığa.
Sonrası
Gidilmemiş her yerdir!
***
Bugün satırlarıma Bejan Matur’un son şiir kitabı Aşk/Olmayan’la (Everest Yayınları) başlamak istedim. Onun ‘Gidilmemiş Her Yeri’i, benim cephemden bakıldığında aşk farkındalığı kadar insanlıkla vereceğimiz sınavı da anlatıyor. Ya da gelin, külliyen şuna, sevebilmek diyelim!
Ama öncelik elbette aşkta olsun. Bazen gençlere rastlıyorum metroda, şurada burada. Onlara olan inancımı tazeleyecek dirilikleri, hele birbirlerini sevmeye başlayan serüvenleri, hemen hemen ilk epizodundaysa, elimdeki kitabın satırlarından alıkoymaya yetiyor beni. En son aklımda bir örnek kalmış. Oğlan metrodaki tutunma demirlerinden birine incecik parmaklarını dolamış, yanındaki kız arkadaşı ile mırıl mırıl konuşuyor. Kızsa baş parmağıyla, aynı mırıl mırıllıkla çocuğun elinin üzerindeki soğuk Şubat gününe hafif hafif dokunarak dinliyor onu. Aralarındaki tek tensel temas bu. Arada metronun sağa sola yalpalaması da düşünülecek olursa, ortalarındaki mırıltılı temas bir kopuyor, bir birleşiyor. Küçücük, milimlik bir dokunuşla kendi iklimlerini, metrodaki suni havayı, belki de dışardaki ayazı bahara dönüştürecek bir enerji yaratıyorlar! O enerji bana bile ulaşıyor. Gidilmemiş her yere, böylesi bir enerjiyle gidebileceğimi hissediyorum o zaman. Öyle diye diye, bakıyorum da durağa gelmişim; biliyorum indiğimde bir tuhaf tebessüm asılı kalacak yüzümde. Ne zamana kadar? Yukarıya, caddeye çıktığımda öfkeli bir adam ya da kadının omuz darbelerine, bakışlarına, başkalarıyla telefonda konuşma biçimlerine toslayıncaya kadar elbette... O zaman hemencecik eskiyeceğimi, yaşlanacağımı, buruşacağımı, üşümeye başlayacağımı bilerek yeryüzüne doğru tırmanıyorum.
***
Pıyrım pıyrım ve aslında her yere sirayet etmeye başlamış bir eskime bu. Ve sorumsa belli: Elimizde ne var? Sur’da üç aydır yaşanan bir kuşatma. Onca kayıp. Ölen onca insan. Çocuklar, hele ki çocuklar. Ayırım yapmıyorum; nasıl yapabilirim ki? Askeri, polisi de bunun içinde. Sorumsa çok yalın. Niçin ölüyorlar?
Ve bizi bekleyen bir savaş tehdidi. Niçin? Sahi niçin? Ah şimdi biz, oysa biz... Bambaşka yerlerin bambaşka hayalleri olabilirdik. Sıcak iklimlerde, aşk olsun ya da olmasın, birbirimizi sevebilir, sevebilirdik.
Bejan’la başladım onunla bitireyim:
Ve sevgilim biliyor musun
Ruhtan daha acı bizim ülkemiz.
***
Ama... Bir not daha düşelim: Can Dündar ve Erdem Gül yeniden aramızda. “İşlerinden başka ne yaptılar da onca zaman içerde kaldılar?” sorusunun yanıtı ise bu ülkenin tarihinde kilit bir rol oynamaya gebedir. Gebe ki ne gebe. Sırf bu yüzden bile, kelimelerle yaşamaya devam...