Finnegan Uyanması
.
‘Hadi itiraf edelim, kolayı seven insanlarız.’
Fuat Sevimay, James Joyce’un çevrilemez ‘unvanlı’ Finnegans Wake’inin çevirmeni.
***
‘Bu büyük yazarı çevirmeden önce onu anlamak gerekir’ diyor Fuat Sevimay. Anlamaya, hatta dinlemeye sırtını dönmüş bir yüzyıla hitap edercesine. Joyce’u okumayanların, kütüphanelerinde neredeyse baş köşelere yerleştirdikleri Ulysses hakkında ileri geri laflar etmelerini ise yeterince ironik buluyor, bu duruma Joyce’un yukarlardan bir yerlerden kıs kıs güldüğünü ifade ediyor. Tam da Joyce’un edebiyatının bu ve buna benzer ezberleri işaret ettiğinin altını çizerek.
Peki nedir Joyce’un edebiyatının işaret ettiği?
Benim cephemden bakıldığında, çok genel hatlarıyla söyleyecek olursak insanın zavallılığıdır elbette. İkiyüzlü seçimleridir. Kendini, kendi koyduğu kurallara hapsetmesi ve sonra bunları başkalarına dayatmasıdır. Dinin, toplumsal yargıların, sekter milliyetçiliğin, fare kapanını andıran ahlak kurallarının insan için zamanla nasıl bir cendere haline gelmiş olduğunu aktarırken, İrlanda toplumunun tam da bu kavramlardan ötürü felç olmuş insanlarına, edebiyatın sonsuzluğu içerisinden başkaldırır. Edebiyatın amacı, adeta, bu sarsıntıyı yaratmaktır.
Kısaca söylemek gerekirse, Joyce’un okurları cezbeden yanı, onların sevdiklerini onlara sevecenlikle fısıldamak değil, anlamamakta ve duymamakta diretmedikleri müddetçe, benimsemekten kaçındıkları bir dünyayla onları yüzleştirmektir. Bunu yaparken ise kurgu ve dilin akıl almaz dünyasına dalmaktan çekinmez Joyce. Geleneksel dili tarumar eder; kurguyu ise beklenilenin çok ama çok ötesine iter, okurunu nefessiz bırakır ve onu dengelerin altüst olduğu bir söylemin içerisine savurur.
Çok geleneksel söyleyecek olursak bir dil şöleni vardır karşımızda. Ancak bu söz ‘bile’, 20. yüzyıla damgasını vuran Joyce edebiyatını düşündüğümüzde çok yavan kalacaktır.
Fuat Sevimay’ın bu işe gönül vermişken İrlanda Kültür Bakanlığı’nın davetlisi olarak Dublin’e gideceğini, orada Joyce’un izini süreceğini ve uzun bir süre (beş ay boyunca) kitabı hatmedeceğini biliyordum. Bu arada toplam çeviri çalışmasının 3 yıla yayıldığını da not düşelim (kitap 647 sayfa).
Sel Yayınları’ndan çıkan kitap elime ulaştığında ise, onun sözünü ettiği Joycevari kelimeleri dilimizde üretme çabasından neyi kastettiğini daha iyi anladım ve elbette sonucu takdirle karşıladım. (Bu arada yukarda ifade ettiğim duruma ben de düşmüş olmayayım; bu yoğun kitabı okumayı henüz bitirebilmiş değilim!)
Kitap için, çevirmeni Sevimay, ‘döngünün ve silsilenin metni’ diyor. İnsanlık tarihinde Joyce özelinde karşılık bulan bu sözcükler, aslında insanın tarihi anlamında da yazgılı olduğumuz o hakikate fena halde parmak basıyor. Bunu anlasak ne değişecek sorusu ise sadece edebiyatın değil yaşamın sorusu galiba. Ve titizlikle, hâlâ, sahici cevabını bekliyor. (Ne kadar komik ve aciz yaratıklar olduğumuzu anlama şansı da denilebilir buna.)
Edebiyatın bu kutsal metnini, çevrilemez olarak nitelenen böylesi bir kitabı, başta Fuat Sevimay olmak üzere, dilimize kazandıran herkese teşekkürler.