Ey Özgürlük!
.
Fransız şair Paul Eluard zamanında pek güzel yazmış:
Okulda defterime
Sırama ağaçlara
Yazarım adını
Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Yazarım adını
Yaldızlı imgelere
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Yazarım adını...
Günümüzde özgürlük insanların sahip olabileceği, yaşamla özdeşleşebilecek bir pratik gibi değil, bazılarının bazıları için tasarladığı mekanik bir dünya gibi yaşanıyor. Kimileri kimileri için formüller üretiyor, işin ABC’si budur diyor, sağa sola ayarlar veriyor. Sanki üzerine vazifeymiş gibi bu muhteşem ayarları da büyük bir ketumlukla gerçekleştiriyor. Azar azar, serumdan inen şifalı kanmış gibi. Ardından da zafer işareti yaparak bu tuhaf ‘eylemsizliğin’ adını koyuyor: ‘Bakın işte bu özgürlüktür!’.
AKP kongresinde bazı gazetelere akreditasyon verilmemesi bana bu gerçeği yeniden hatırlattı. Bu duruma pek şaşırmadığımı görünce ise paniğe kapıldım. Buna alışmamak lazım! Ardından kendilerine akreditasyon verilen gazetelerin durumunu düşündüm. Sevinmeliler mi, üzülmeliler mi? İşlerini yapacaklar, bu açıdan sevinmeliler. Ancak kendilerine onay verilmeyen yayın organlarının bu ülkede basın özgürlüğüne yönelik bir hak ihlaline uğradığını da fark etmek durumundalar. Bunun bütün yayın organlarına yönelik bir hak ihlali olduğunu görmeli ve bu sorunu atlamamalılar... Sonuçta halkın haber alma özgürlüğüne yönelik bir engellemedir bu. Aralarında Birgün, Sözcü, Cumhuriyet gibi gazetelerin olduğu hükümete ‘muhalif’ konumundaki gazetelere getirilen böylesi bir engelleme kim ne derse desin artık tek bir gerçekle haşır neşir olduğumuzu gösteriyor. İktidarın sesinin tek bir ‘hakikate’ saplanıp kalışına! Saplanıp kalırken buna ‘özgürlük’ demekte diretmesine. Tek bir bakış açısının hem Türkiye’yi hem de dünyayı özgürleştiremeyeceğini anlamamakta direten bir ufuksuzluk demek bu ve hepimizin kaybedeceği bir gelecek anlamına geliyor.
Dünya dediğimiz farklı bakış açılarının özgürce konuşulabildiği, bu konuşulanlarla onu yeniden keşfedip üretebildiğimiz, keşfettikçe yeni eylemlerde bulunabildiğimiz bir buluşma alanıdır. Ortak bir dünyayı ancak böyle yaratabiliriz. Eğer aranılan buysa, elbette. Aradığımız gerçek anlamda özgürlük ve özgürleşmeyse... Ki bunun o eşsiz yolu çokseslilik durağından, dünyanın herkese farklı görünen renginden geçiyor. Dünya tek bir hakikatle idare edilemeyecek, geçiştirilemeyecek kadar katmanlı bir diyar çünkü.
Biz eli kalem tutanların ‘tarlalara ve ufka, kuşların kanadına, gölgede değirmene, uyanmış patikaya serilip giden yola, kapının eşiğine, kaba kacağa’ yazabileceği özgürlüğün tanımı da biraz bu olsa gerek. (Zülfü Livaneli’nin müziği ile bir kez daha hatırlamalı bu şiiri!). Kısacası iktidara yanaşmak en kolay olanı, zor olanıysa yaşamda diretmek galiba...
Sokak hayvanlarına yönelik yazıma gelen bazı eleştirilere yanıt vermek istiyorum. ‘Belli ki siz sabahın erken saatlerinde sokağa çıkmıyorsunuz, o saatlerdeki köpek sürülerinden haberiniz yok’ diye yazmış bazı okurlarımız. O sürüleri biliyorum değerli okurlar ama bu gerçek onların vicdansızca toplanıp katledilmelerini istememiz anlamına gelmemeli. Yazımda da belirttiğim gibi vicdanlı bir yasa teklifinin hayata geçirilmesi şart. Eğer yaşamın, yaşamımızın, bize benzemeyen yaşantıların, kısaca dünyanın hakkını ‘gerçekten’vermek istiyorsak yaşama hakkı diye bir gerçeği atlamamak gerekiyor. Ki kızdıklarımıza benzemeyelim.